30 Haziran 2010 Çarşamba

Yedi Güzel Adam

I.
Bu insanlar dev midir
Yatak görmemiş gövde midir

Bir yara açar boyunlarında
Kolkola durup bağırdıklarında

-Ya kurbanın olam
Dağlar önüme durmuş
Ki dağlanam

Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
Durdular ite çakala karşı yarin kapısında

1.

Yedi adam biri bir gün
bir kan gördü
gereğini belledi
yari alsa koynuna
Ayırmaz kanı yanından

Beyaz haberlerim var kardeşlerim
-Bir güzel ince gelin
Kabartır göğsünü toz duman içinde
gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde
İçerlerden bir taşlı tarladan
Kaynayan nehrin gözünde
unutmuş gelin alınlığını
Avuçları sıcacık yumulu beline dayalı
Kalın bilekli badem topuklu
Seyirtir o ince gelin
grevli'ler şifalar götürmek için

Yıldızlar Üstlerinde

Orda şehitler Afgan
Derler ki gel iman armağanıyla boyan

Kan sancağı
Cennet sedirlerinin basamağı

Yanlarında savaş atlarının cezbesi
Her biri islâm ocaklarının gözbebeği

Fidan gibi
Demir yapılı çocuklar şehit fideliği

Serinliği koşuyor nehirlerinin cennet
Bildikleri yalnız emret! emret!

Bir dalga ki
okyanus yavrusu

bir dalga
bedir'den besli

mübarek kalblerinde
fatma ve meral isimleri

bir uçlarından yaktılar mı
kağıt gibi tanklar

elbet şehitler
kırmızı ışıklar çelik ışıklar

bu renkler bu renkler
kaslar kayalara çalınmış gibi

dil uçlarında ünlü ruhlar
analar dualar dualar

bir gül açtı şöyle bir gül açtı: besmele
baskın emri rehber'in emrinde

bu kalkış gece akınına
yatsı geliyor aralarına

menekşe soluklarıyla
önlerinde diz kırıyor gece

yıldızlar üstlerinde
bakışlar kırpışırlar dikkat içinde

+ bir omuzun delinmiş
heryana hâlâ dağlar düşüyor

gözkapakların gittikçe ağır
damarlarında sanki bir fil kalabalığı

yaran sıcak ve buğulu ateşleriyle
alıyor gövdeni içine

başında bir mücahit dost nöbette
sanki dünya sanki kainat tehlikede

orda şehitler Afgan
aşk adı cennet sedirlerinin basamağı
.

Cahit Zarifoğlu

Yanma

Ve elbet
Gözlerim sularımdan çekilince
ürkek bir ceylanla anlaşırım
yüzünün çok yakını olan bir limana
dilinin ve ağzının verdiği baş dönmesine
bahçeni tutan tavşanlara sığınırım

Kanımdan geçilmiyor moraran ağzım
Kovalanıyorum
İkinci zaman karanlığı iç çarşılar
ey şafak bir askerle anlaş
Çünkü namluya sürüldün
İşte burada bir ordu yürüyen karnımda
İzim sürülüyor köpeklerin sürünerek yaklaştığı
Anlaşılıyor
Hatırlarımıza dokunulmamış
Fakat el konmuş aşkı yaşatırken kuğuların
Geleceğimizin serin suları ve göllerine

Ey kadın kokla beni
Hayatım yasaksınız

Gelinmiyor akşam zaman kaplanı
Kaçmıştım yeni bir ırmak şeklinde
Hayvanların ilkbahar sıcakları bölümünde
Kıvrılıp yeniden yakalanıyorum
Cam kesiyor göğüslerimi
Boynuma zümrüt bir gerdanlık atmışım

Hem şarkılıyım ben
Gövdem yara dolu
Sevdiğim kolla beni
Anlıyorum

Fakat artık dayanılmaz sarmaşıklara
Öpüşüyorlar
Harbin bittiğini söyle ayrılsınlar
Çünkü gece zamanın katranıdır
Gelip geçecek gibi değil omurgamdaki didişme
Çantamda sevişme askerleri
Harbin bittiğini söyle

önce beni boğacaklar özgür ve sevecen olmak için
bir bıraksam
yakut bir kuşun içinde duran ellerimi

Sevdiğim
Önce kemir bu tel örgüleri gövdemden
Geç derimin altındaki tehlikeleri
Yürek kızgın bir kuma devrilmeden
Yokla beni

Anlıyorum kaçmaya zaman yok
Şafak birden doğrulacak
.

Cahit Zarifoğlu

Ve Çocuğun Uyanışı böyle Başlamış

Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor
Acıyı ve insanlığı çocuklar
Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları
Onların bilgileri getirdi
Elleri önlerinde bağlı-duruşları
Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu
Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı
Ki şimendifer
Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu kutularını
Oralarda civarda
Böcekler sürüngenler bulunan kırda
Dönen çember- toprakla çalkalanan çocukların önünde
Bir dev gezinir
Şimşek düşer

*
Ve balık yumurtaları
Ki onları balıklar
Suyun gencine bırakırlar
Ve suları da gezer ölüm
Çelikağ yok eder insan eliyle uzanarak
Hem balığı hem yumurtayı
Hem yumurtadaki balığı
Hem balıktaki yumurtayı.

Toprağa dikili göz neler bulmaz
İstese dağlar mı bulmaz
Sonsuz gebelik ölümü suçiçeği gibi döken hayat
Suları ve karaları uluyor birbirine
Erkekler kadınla donlarının altında harp cep kitapları
Dudaklarında verem çiçekleri uzaktan
Yakından aynı ve ayrı uluslardan
*
Genç bir adamdım
Tren uğurlardım

Eski ve yeni efendileri
Taç giyen şehzadenin karpuz gibi
Ya da gemilere açılan çelik bir köprü gibi
Serin kırmızı ve sıcağını bırakarak
İkiye bölüneceği haberini
Büyük olayları hava limanlarında zonklayan
Trenlerle ben yolladım

Uyarılan Şair

Bakımlı parkların görgülü ağaçları
eli yüzü düzgün kibar dalları
Sarı yaprakları günışığını sarınmış bırakmamış
Banklardan her birinde gündüzden kalma bir koku
Bir kedi miyavlar yalnızlık hakkında
elinde bir belgeyle geçer
Yakın denizde bir derinlik kokusu
ve kımıldayan bir ölüm duygusu
Ve deniz
Onun sularda olmayan bir sesle
mendireğin iri kayalarına yalvarışı
Işıklarını takınmış zillerini kapamış son ada vapuru
Haydi ay da sulara kaysın denize yaysın gümüş dantelasını

Bir şair olarak geç karşılarına
Bir de sevgili yavrula kalbinin minicik seslerinden
Yavaş yavaş boğulan
Hafif bir de sarhoşluk özlemiyle kendini
Parktan anladığın dostluğa ver

Bir miktar da elbette ağlamak istersin
Saçın kararmış yakından neşeli insanlar geçmiştir
Haydi toprağa çök de ağla
Ve bre
Başının üstüne uykular çağıran adam

Kendi yamanevinden habersiz dam özleyen adam
Bu şehrin gecesinde bulduğun safiyet şeytandan
Deniz ve vapurlar ay ve ağaçlar ne de kedi
Ne de elin ayakların duydukların gerçek yerlerinden değil
Şimdi geç bunları geç parkları geç
Hepimizin yırtılır gibi olan ağzına bak

Yazdıkların şiir değilse kalsın
Cennetse sevdan çık dışarı
Solgun ışıklar
Sessiz ağaçlar parklarla
O cümbüş gecesini de tak peşine
Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın...
.

Cahit Zarifoğlu

Zahmet Vakti

Yaşamak bir sokak lambası gibi
Bir gece evden atılmış bir çocuk sanki
Tek bir damla tek bir ses gibi
Aklıma düşüyor

Artık delirir koşar şimşeklerim
Yaşamak bu nadir ve gevşek
Hayır bugün hiçbir kimseyi alkışlamıyorum
Ve onların dikilip içi yumurta çürüğü kokan
Kristal fanuslarına baka durdukları gibi bakıp durmuyorum

Ve bazı bey alıkların dediği gibi
Sadece yürek arılığını arı bulmuyorum

Düşünün
Tohumlar ekilir
Yağmurlar başlar
O zaman filizler bir karış boyu yükselmiştir
Köylü davarlarını alır götürür sürer üstüne
Başak dediğimiz rahmet ondan sonra fışkırır
Esas ondan sonra gövdelenir

Görmezik/ gördürürler
Davarın yedim doydum sandığı
Bir dalgınlık

çünkü benden bir kahramanlık kalacak
çünkü besmeleyle başlandı
çünkü desturla tuttuk ne tuttuksa
çünkü imanla çok şeylere çağrıldık gözümüz
dağlarda kaldı eşya geride kaldı
dünya arkada bırakıldı
bir diş gibi ayrıldık çenemizden
dil çağı kapandı göz bağı koptu
bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci değil
çünkü bütün o zamanlar toptan kullanılmış oldu

içinde zalimlerin asılma sahneleri
içinde kan akıtanların kanlarının seli
içinde mahzun edenlerin gözyaşı nehirleri
çünkü tövbe edildi izin verildi besmeleyle başlandı

sevgilinin elinden dertler hoş
beline/ çamur çamur olarak
tekme tekme olarak
on gündür ve kırk gündür daha
aç acına ayakta
durmak
elli gün ayakta durmak olarak kaydedildi
sevilinin elinden bağış ve kefaret olarak
bilindi
kabul edildi
razı olundu
ağlanmadı
peki ekmek istenmedi mi istendi
Sadece bir parça ekmek istendi tapınmaya bedensel güç olarak
Yalvarılmadı HİÇKİM
SE
YE
ağlanmadı
razı olundu kabul edildi öpüp başa kondu
ve çünkü tövbe edildi
bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci devrildi
bir isyan kazanı devrilmedi
itiraz isyan akmadı
bir tövbe sancağı açıldı
çünkü bütün zamanlar toptan kullanıldı
içinde zalimlerin asılma sahneleri
içinde kan akıtanların kanlarının seli
içinde mahzun edenlerin gözyaşı nehirleri
çünkü tövbe edildi tövbe edildi

ağıt güzel vakitlerindendir
estağfirullaaaaah ve işte böyle uzatarak
kalbim aç
etim yanık
Dünya diz çöktüğüm yer kadardır dizimin yanında bir diz
dizimin yanında bir diz sağdan biri iki üç
dört beş altı yedi soldan bir iki üç
dört beş altı yedi
bir sana bir sana bir sana... avucunu aç avucunu kapa
dilini tut aklını kravatın gibi çöz at
şimdi bir damla gözyaşı bir iri yahut
.

Cahit Zarifoğlu

Sevmek de Yorulur

Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım
Bana bunu sessizce anlatıyorlardı
Bir yerde onların yönlerinden
alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki
bulvarların geceye vurdukları
çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri
uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan
bir sürü alışkanlıklar taşıyan
insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında
çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin
başkası sevsin diye en seçkin yerine
bir şal gezdirirdi
İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla

Bir sen varsın hep saçların ağzın
Bir merdiven hücresinde
uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem
seni sonsuz gelişinle
saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor
eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman
uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi
Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle
davranılmaz üstünde durulmaz
hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem

Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde
durmuş ki bakışın boynun bozgun
üstünden bir nehir geçer gibi
ya gecedir ondan ya bulanık sudan
bir hasta gibi ağrımaktasın

Gelişini aldım onu nasıl harcadım
Denizden bunalıp okyanusa
Selâm çakan vapurun
Sevindik adımına birden parka çekildik
Ve birden nasıl bayram bıyıklı
Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla
Eğip başını içlerimden gittiğin zaman
Uzağa bir yolcuya çıkar gibi

Selini üstüme çektin önce
camdan bir mektup dolabının
üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın
başını duvara değdirmiş bir benzetişle
josef ka benzeri bir bakışındı
ya da konuşmayı kesip aman sen
öyle bir gittin ki benimle

Piknik beni sana verdi önce
Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze
Eski ellerin
Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin
Ve hançerinle zamana saf durmuş
Son gidişindir bu

Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden
Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle
zaten hangisi kavak zürafası değil
biri bütün yan odaları bekler
kuşkulu geçer camlardan
ve bırakır yerini bir koridor bekçisine

Haydi sen bütün onlara git benimle
Son sigaramdın
Gidişin antinikotin
Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor
Elleri iki çeşit durgun
Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların
Suya inen sesleri

Tam şimdi denizinle
bir çakıl taşına yaklaşıyor
kuma çok yakın bütün kesitlerinle
bakıyor ve bunalıyorsun


Tam şimdi ipe koşan
beni elleriyle alkışlayan
ağrıyan bir gün geliyor
.

Cahit Zarifoğlu

Sultan

Seçkin bir kimse değilim
ismimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
.

Cahit Zarifoğlu

sensizlik

benim şiirim....
.

Cahit Zarifoğlu

Scwaebiscch - Hall 1972

svebiş - hal'de
büyük bir park her alman kentinde
bulunduğu gibi
ve merdiven tiyatrosunda
bir adam yaratmak piyesi

olmaz dedi berbel
tek saf damarı avrupanın
gözlerimiz yaşarıyor
yanağındaki kırmızılıktan akıp duruyor her şeyimiz

tırmanmaya başladı merdivenleri
haylbronlu kedi
sarışın -
ve kara açılımıyla kırbaçlar
uzun saçları -
ve bindiği atlar sıyırır kayaları
genç
ve durup direnecek sanki kasları
ve o bakışlar kaçıp saklanan
ve umulmadık anlarda karşılaşılan arzlar
aktörlük yaptığı için kendinden
herkeste olduğundan daha emin

olmaz dedi berbel
şiirlerimi oku derken
birden
necip fazıl göründü merdivenlerde
müthişti.

bilin ki berdel
jan janin
sen de merikalı tom
ve seya
bütün ecdadınız barındı içimizdeki hoşgörüde

bir gün
baktıkça değişen ve beni alabilen
enginliklerinde
bal görünümlü gamzelerinde
dudaklarının zümrütten gibi
billurluk yansıyan çekişlerinde coşarak ekstazla
. zira aklında değil
güzelliğinle anlıyordun.
işte bütün bunlarda
bütün dünyaya
üstad necip fazılı anlattım dedim ki

O görünüz görünmez
Daha ilk sesi ilk kelimeleri
İlk mimikleri ve yüzünde
İçiçe dönen binlerce daireyle
İnsanı alıp gönül hücrelerine salar
kanının yapısını bozar
yepyeni bir terkiple atar meydanlara

çünkü çok gördüm
onun
yüzündeki ahenge ulaşacağım diye
temelinden sallanan yapıları

aklım mı köpürüyor ne vakti deniz
toprağa kene gibi yapışmış ağaçlar
köpek bastırıyor kanı
avrupa kadını ne kapılar ışmarlıyor
kapanıyor içindeki bütün çengeller
insan tarihi kadar eski bir hasretle
bakıyor-
ve alıyor
.

Cahit Zarifoğlu

Şakkul -Arz

Bin desi derinlikte delik bir kalp
Uzanır ağız
Siyasal bir avuç hava ister

Benimle fazla yakınlık kurdun
Çiçeğim
Köklerim ateş saplarım zehir
Yağmur ateş saplarım zehir
Yağmur sularıyla izler edinmiş tenin
Benimle çok hayal kurdun artık yaklaş
İpil ipil miyop bakışın bir kanakışı
Bu su sarnıcından başla
Sana verildi emanetim ateşim zehrim
Benimle çok put kır çiçeğim

Edisyonkritik
Bir ses
Bin desi yer dolması ağırlık
Havagazından uzanır ağzın
Siyasal bir ton özgürlük ister

Arz gittikçe benim ve onun
Karşılıklı
Bileyli
Havada
Palalarımız
Hamlesi yaman ilkin bir defne dalı
Detant
Hadi oradan-ardından
Sam füzeleri

Hilesi hayatı olmuş gördüm ki
Anam babam kemirilmiş
Çorbama kireç ekilmiş

Hamlem zarif
Vuruşum hayat
Hilem tay
Kaçıp dönüşüm şiir

Arz gitgide benim
Muharremde temeli atılır güveyliğimin
.

Cahit Zarifoğlu

Özgürlüğe Doğru

Bırakıyor ardından belalara beni
Tedbirim öldü gövdemin binası geçti

Göğsümde ince gergin çelik bağcık
Tenimi bastıran içerilere

Bağırıyor leylaklarım ağlıyor ağlıyor duvarlar
Çatlayacak gibi susuz düzgün ve biçimli sanatlar

Çocuk yığılıyor kalp kalp üstüne konuyor
Bir baba damarı vuruyor sökülen nabzım

Şimdi batar birkaç nesil azdıran bozgun
Simsiyah aklım ve beyaz bir nokta kalbim

Kader akışı alkışlanıyor her kârım
Nazlı buluş git git kabarıyor dalgalar

Çare yok gür gür bağıracağım yoksa bu sefil
İsyan yüklü gemi zor kayalıklarında gönlün

Harp. Ezilen etim söğülen köpekliğin için değil
Güzel ölçülü zulmetmeden yeterince öldürüşüm

Harp geliyor bir güzel bilendin mi kardeşim
Binlerce cilt tutuyor kılıçların hançerin

I believe in you believe in we believe in
In la ilahe illallah la ilahe illallah

Şimdi halk yüceldin guslet suyun götürmesiyle kuşan
Yüzün kolların ateş yakmaz başın ince ayakların

Dünya bir konak bir konuk ölümsüz hayat içre
Geçildikçe hor öpüldükçe soyunur şehvete

Şehvet ahırı değil yeryüzü
Domuz ahırı değil yer toprak

İki bakışımın arasında bulduğun toprak
Dört köşe duvarlar siyah örtü ve göç sesleri

Kapanıyorum kabul et öyle buyur
Bin açılı örtüye daha sar beni

Bin yıl bin daha
Dursam kapında

Sayısız perdeden bir perdecik kalksın için
Başım yüzüm kızarır haddim olmaz aslında

Sakin ve gövdemin mızraklarını döken bir geliş
Vara gele ancak birkaç ağaç alıyor göğsüm

Sakin ve daha sakin mızraklarım dökülsün daha
Aniden çıkıp havlayan köpekte emanet bugün

Binbir helak ve Allah selamıyla girilen ovada
Bir dağ gibi diz çök kendine ırmak ol tut tut bırak yıldırımları

Sakin daha sakin kımıltı yok bakışında
Bırak toprak altında göl olsun gözyaşın

Bir çeşit isyandın gönül ağlaması ilacın
Destur. Nice uzlet makamından geçersin şimdi

Şimdi çağırıyor o güzel aşka beni yalvarıyor beni
Duruyorum ve çeşit çeşit ölüm omuzumun binileri

Bu ova cennet olmalı sayımızca bir cennet safı
Bu çukur ateş olmalı sayımızca bir cehennem safı

Ya bu yol. Ayağın sahibi gövdeden habersiz yürüdüğü
Gövdenin ayağa merbut ayağa dönük ayak kesildiği

Sen gönlünü yukarıya bil

Bir dağ nasıl söylerse öyle söyle
Bir dağ nasıl inlerse başla öyle

Ey zarif sen de ata yoluna meylettin
Korkarım binbir belaya dayanmaz sıkletin
.

Cahit Zarifoğlu

Ölü Atlar

Karışık bir iç deniz bunalımı
Zafersiz bir kalyonda
Ölümün her anki hatırasından uzak
insanı her halinden tanıyan
sakat bir ölü atlar alıcısı

Ucuza kilitlenmiş bir dağ ceylanı
Ancak bir tabuyu öldürecek bir zamanda
göğün bütün ön görmelerinden uzak
fenerler tutulup tekmeler atılan
önemli bir es çağ tanrısı

Telaşla yenilen analarda kayboluşları
sevgisiz kalan babalarla
lekesiz bir güneşle ancak
çocuğunu sardığı bezler arınan
ağrıtmaz sanılan bir yaşamak şarkısı

ikisinden birini örter kanadı
durulmayıp tabessüm ettirilen şarkıda
sevinçsiz canlara dayanmak
her an bir başka ışıksızı arayan
acıması bir çocuğun masal cücelerine
.

Cahit Zarifoğlu

Orası Neresi Burası Bir Adam

Korkuyu kapışır taşlar
karanlık kendine çekince perdeyi
göz hüzünle odayı kapar
el uyur ve akvaryumda balık
resmi çekilmiş nehir

Böyle bir çiçek vardı
Rüyadaki geçit büyüyüp büyüyüp
Büyüyüp büyüyüp büyüyüp
Espası bir tek gecede
Ezip el tutan
Alnının bütün bir duvara dayayan
ve sesleri bir orman büyüklüğünde
güneşe yol yapan çocuk
güreşip bütün gelişleriyle
gecikmiş bir deniz feneri

Saati yalvarır hızla
Şafağı çoğaltır kan akan damar
Adım zorlar kapıya çağrılan
En korkulan gerçeği
Bir boyun eğişle girilen
böyle bir çiçek vardı
kılcal kökleri
çağın sarsıntı duvarlarından
burası bir adam
bir aşk çapında
bir çeşit hapishane tutulan
akıp giden su uyanınca adam
suyu geçmek isteyen karınca
bir taşın alevinden basarak ellerine
kaçınca adam
bırakmaz eşyasını da uykuda.
.

Cahit Zarifoğlu

Onun İçin

Dün kalabalıkta
Sevmekten yorulmaktayım
Yalpalayan bir sarhoş var
Şimşek vuruyor onu bir çırpıda
Seçip vuruyor
Fırtına çevreği de onu buluyor emiyor
Yılışık nemli bir şehvete arzulanıyor
Bahar ayartıyor onu
Köprüde insanlardan yükselen buhar
Camların çiğneyip salonlara kustuğu sıcaklık
Sevmek yapışkan insan teri
İnsan kılı memesi kokarak
Kollarını eklemlerini yalıyor senin

ve şimdi aşkın evinde
iki yabancı insan
misina tutmaktan tuzlu sudan

birbirini duyamaz olmuş iki parmak gibi yatıyor
İstanbulda Suadiye mezarlığında
Yorgun uzman bir kalp

Kimbilir hangi kanlarda akıyor gövdemiz
Kimbilir kimin damarlarında hızlandırıyor sözlerim
Bir bohça aranır çağırır üfürür - sıcak ve tüterek
Irmak denize boşaltır dağlardan kaçırdıklarını

Atın birden nalları dökülür - delice koşarken yine de
Bilki şöminenin içinden
Yanmış kül olmuş yine de
Seni gözlemekteyim

Bir kadın bir baş kesiyor gördüklerim
Bir kadın kendiyle oynuyor
Kendine ve çocuklarına parçalanarak
Soğuk sıcak yanıp donarak
Dar koridorda yay gibi vınlar
Ve duşa varamadan
Ufak kırmızı lambadan erlikler yağar
Bir göz bir çağırma bir dur akar

Geri dön azarlandın
Koltuğa otur şöminenin içine bak
Şimdi hızlan ve hızlandır
.

Cahit Zarifoğlu

Nerede Bulabilsem Seni

Yetişip dizüstü düşebilsem eteklerine
Karanlık basmadan
dünyayı kapatan karanlık
Elimizde kılınç
ben ince işler ustası musa
kardeşim ya ki heybem
değişince kubbeli evim
girdabım -
tövbem
kapımın önünde akan ırmak
en zengin denizcisi incilerin -
uzak şarklara yollanan elçilerin

Kelimeler
okyanusla yarenliğe dalıp
çoluk çocuğu unutacak kadar bol ve bereketli
binlerce yılçün kurulmuş
bir zemberek içimizde
ağzımıza boşalttı onca sözden
Birinin heybeti ve lezzetinden
Damağımız çatlamakta

ya ani karanlık
'inanana rahmet
inançsıza esef' olan

(Hiçistanda
Bir rüzgâr belirmiş
Kulağımıza gelir-
Bir ey muhalif rüzgâr ki oyropeiş örneği
Hafifçe terli bedenin krondeli
Göz dikmiş duyduk ki
Meni yataklara bile)

/Japonya büyür büyür bir gün
Toprağını denize yayarak
Peygamber sözüne ordan hizmet olur/

Kucak açanlar kadar geniş istekli
Göçüp gelenler kadar hafif
az'la doyan yük olmadan

Ve başlar
Kimin yüreği daha yüce yarışı
Musa kardeşim ağlamaktan mı
Okumaktan az uyumaktan mı
Kan gölü gözlerin

Her an karanlığını giyinecek gibisin
Ne kadar uzun sürüyor
Ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin

Karnın ne kadar küçük ve içerde
İnce belin-
Fazla kabarık değil kemiklerinden etlerin
Biliyorum ancak sen
Bu kadarla yetindikçe ve ekmeği
Böyle mübarek tutukça
doyar karnı çinin hindistanın amerikanın
Sen olabilirsin çaresi

Su içinde susuzluk hissinden ölen kimselerin
Musa kardeşim haya'dan mı
boyuna posuna güzelliğine rağmen
hafifçe kıvrık omuzların
hafifçe eğik başın
Hele terazi tutuşun
zarif
sapasağlam
ve artık
en insansız çölde
tek başına kalsa bile
eğilmezken adalen bile
yine de
Bir nebzesini yutsa yüreğindeki tartarkenki dikkatin
İkiye yarılır bir su aygırı

Ve çocuklar tuz yalarken çocuk avuçlarından
NEREDE BULABİLSEM SENİ
Baba bıçağını ağır ağır çekerken
YETİŞİP
Ana dalgın ve Su dibinde yürür gibi
DİZÜSTÜ DÜŞSEM ETEKLERİNE
Ana dalgın ve su dibinde yürür gibi
üzüm tiyekleri ceylan dolu etekleri
1
Çocuklar
Kurtulamazlar yanaklarına konan yaradan
Olmadık anda bırakılırlar
Sonra
Nice sonra
Hatta bazen karanlıklarına uzanırlarken kadar sonra
Üzerinde gözyaşı izleri
Senelerin izleri ile yol yol kalmış yanakları
Mahzun yayılır
Ancak görünür güzel dişleri

Ve 'kuşlar da kaderle uçar'
.

Cahit Zarifoğlu

Savaştığımız Günler Kendimizle

Başın çok yükseklerde eğil selvi boylu
Eğil bir kez nasıl bir şeysin göreyim

Nasıl liman çocukları zalim
Nağra atarlar gecenin koynuna

Daha başkaları da var
Tabiatlarını mayalarını açıklayan

Ya sen selvi boylu nesisin
Ya ben neyiyim körlüğün

Eğil hakkımızla
Birlikte bağıralım içine esirliğin

Ben hırsız olayım kendi malıma ha!
Ben yakalanayım eşkiyama

Gardiyanların değişti de n'ooldu
Haydi soyun bir kez daha kırbaçlan kendi dallarına

Dağ özlemin sarı bir kanarya oldu
Ötüşsüz uçtu uçamadı kondu konamadı

Akıl ve hikmet emzirirdi mağara
Yarasa doldu.Yüz çarpılır göz kayar

Güneşin tozu yağmuru ateşleri taşları
Gelse gelse elimin vuruşma özlemini alsa

Selvi boylu eğil ikiye katlan
Bak şairin yarım şiirin köle kaldı.
.

Cahit Zarifoğlu

28 Haziran 2010 Pazartesi

Muntazam

Seni kamçılardan çıkardım
Tevbelerle başladı rahmet vuruşları
İnsan ağlar oldun yürekli göğüsler kurdun
Sesimi işkencelerden alırdın
Elimin altına dökerdin etlerini

Hızlı varışlara bile hazırım daha
Dayanırdı yelken bezleri saf saf insan enginlikleri
Bir geçmiş zaman kalkanı indi
Çınar ağaçlarından sahil sularına

Kalbim kalkıp indi gemilerden
Çok tarandım başka saçlar tarandım sokaklarda
Kapris kamburu çıkardı yıllar
Ve bir tek çıban çıkaran yoktu sancılarla

Habire vuran rüzgâr
Kabirlerde su yollarında
Dehlizlerde
İç çekmeler
Sızlanmalar fısıltılar
Ne zora çekiyor zaman ki bildiler farkettim
Götürüp
Kelimeleri başka bir semte attılar beni

Üzgün melal içre ve âşık
Yürüdüğüm deniz sahillerindeyim
Yakın sabahlarda öğlelerde ve daha
Üç parıltısında günün
Devlerimi güreştirmek işim
Üstüm başım heykel kırıkları
.

Cahit Zarifoğlu

Meç

Ağaçlara kılıçlara benzer çocuklar çıkıyor
erikleri itiyorlar
erikleri onları yırtıyor
ellerinde dürtme silâhları
plaj yıkıntılarına çarpıyorlar

sarsıntıyla akıyor
ayaklarını ıslatan
yaprakların gergin dallarında yüzücü nehir

gerginlik balık kanadı
sertlik gözlerine yakın gelmiş
suçlu ağızlarında çiğnenmiş bir gemi

çocuklar elleriyle dalların uçlarındaki eriklere
bir mahzendeki uzaklığa kayar gibi

Gerçekler başlarına konan çiçekler
yapraklar boğuluyor
yorgun bir meyve daha geliyor ağaç kökünden

bu sırada tramvay geçiyor
ve duruyor fidan küçük ağaç
göğüne üç ayak yaklaşmış
ilk koçanını ezberine biliyor

her an ürperti geçiriyor
odaya sokulan yemiş

odaya sokulan yemiş
göz hapsi

evinde durmayı seven kadınlar
mermerle sıvıyorlar çocuklarını
top uzağa yakına çağırıyor
hep bir noktada kalan adam
varmaya doğruluyor
sulardan sorulmayan
ama sulara yatkın anılarına
sevgiler koşturan
pencereyi parça parça aralayıp
denize açılan bir sokak kadını

denize açılan çuha kadınını
açıktan geçen son sağlığa bağlamak için
makine ustası
amma da mideli yıkılmadan geliyor
ve sırrım sessizliğiyle çalışıyorsa başına ben
gittikçe soğuyan ve soğuyan ben
ekmek kırıntıları döküyor

her zaman yaprak duşları başlıyor
serpilen kuşlar çimen düzlerine
gelip bir kısrağa yakından bakıyorlar

kuruyan ağza kapak göze kapak
çölüne atılan zar
sulardan serpme balık

deniz görününce kargılar atılıyor
karlı yamaçlardan
kızgın kumlara erenler kaydırak
arkalarından aç karınlı
sevilen kurtlar iniyor

ağaçlar dimdik
dallarında gergin su
haber gibi bir şey bekliyorlar
kökleri toprağı geziyor
bir yatağan aşırı gitti mi
zındana çıkıyor kök ucu

zufa bir cins ağaç

Devlet sokağını tek başına bir ayyaş geçiyor
Kente verdiği cevap pandomim

başı bir gölge altı açıyor
hotozlu kadınıyla
hovarda adamı
yanyana koyunca yatak
yaşama simidi

şimdi eskimolara bakın
kadınları fok balıklarından
bunda yataklara girip
sımsıcak çoğalıyorlar
denizlerini kargılarını köpeklerini yemeklerini kayıklarını ve kaygılarını
ayı balıkları bekliyor
ve
başkentte korsan gülçin dil balığı

yelken
gelmek üzereyim gelmeye hazır
şaramla doldurdum
sözleri ağarıncaya bu geceyi
hartuç ve hece

göğsü kızgın köpüklü tayfası
şişti mi kadın kollarını
kadın ellerini biçimli gergin tutan
insanın su başı rahim

kelime yorgun
gece soldu çan
çan ve çayır
suçsuz çocuklara koridor
yapraklar balık pulu
balıkçılar pul pul
yalnızca bakışlarını kırpıyorlar dokununca
çatılarda kirişlerde serin dubalarda

artık göze bakmak oyunu yok
.

Cahit Zarifoğlu

Menziller

Sözün ve yolun baş çeşmesi ruhumun
Canım içre sevinç verir sözlerin

Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni
Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım.

Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş
Yur her birini uykularından sohbetin

Dinlen ey Zarif bilatedbir çok söz açtın
Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın
.

Cahit Zarifoğlu

Kutsal Mavi Çocuk Şiiri

Ellerin çıktı ve göğün ortasına geldi
Tarlada
Bakışı gittikçe yer toprağına
Çakılan
Bu kadar beklerken habersizdi
Ve hatta onlar da habersizdiler

Sular mı anladı
Dağlar mı sezdi
Yoksa birdenbire bir çiçek mi

Bir gün
Herhangi bir an
Ama bir çelik an
Her şey
Ve hepsi başlarını kaldırdılar
Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine

Karmakarışık belirsiz uzun
Geçti ve geçti gölgesi
Zerdüştün ayaklarından bir kartalın
.

Cahit Zarifoğlu

Nerede Bulabilsem Seni

Yetişip dizüstü düşebilsem eteklerine
Karanlık basmadan
dünyayı kapatan karanlık
Elimizde kılınç
ben ince işler ustası musa
kardeşim ya ki heybem
değişince kubbeli evim
girdabım -
tövbem
kapımın önünde akan ırmak
en zengin denizcisi incilerin -
uzak şarklara yollanan elçilerin

Kelimeler
okyanusla yarenliğe dalıp
çoluk çocuğu unutacak kadar bol ve bereketli
binlerce yılçün kurulmuş
bir zemberek içimizde
ağzımıza boşalttı onca sözden
Birinin heybeti ve lezzetinden
Damağımız çatlamakta

ya ani karanlık
'inanana rahmet
inançsıza esef' olan

(Hiçistanda
Bir rüzgâr belirmiş
Kulağımıza gelir-
Bir ey muhalif rüzgâr ki oyropeiş örneği
Hafifçe terli bedenin krondeli
Göz dikmiş duyduk ki
Meni yataklara bile)

/Japonya büyür büyür bir gün
Toprağını denize yayarak
Peygamber sözüne ordan hizmet olur/

Kucak açanlar kadar geniş istekli
Göçüp gelenler kadar hafif
az'la doyan yük olmadan

Ve başlar
Kimin yüreği daha yüce yarışı
Musa kardeşim ağlamaktan mı
Okumaktan az uyumaktan mı
Kan gölü gözlerin

Her an karanlığını giyinecek gibisin
Ne kadar uzun sürüyor
Ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin

Karnın ne kadar küçük ve içerde
İnce belin-
Fazla kabarık değil kemiklerinden etlerin
Biliyorum ancak sen
Bu kadarla yetindikçe ve ekmeği
Böyle mübarek tutukça
doyar karnı çinin hindistanın amerikanın
Sen olabilirsin çaresi

Su içinde susuzluk hissinden ölen kimselerin
Musa kardeşim haya'dan mı
boyuna posuna güzelliğine rağmen
hafifçe kıvrık omuzların
hafifçe eğik başın
Hele terazi tutuşun
zarif
sapasağlam
ve artık
en insansız çölde
tek başına kalsa bile
eğilmezken adalen bile
yine de
Bir nebzesini yutsa yüreğindeki tartarkenki dikkatin
İkiye yarılır bir su aygırı

Ve çocuklar tuz yalarken çocuk avuçlarından
NEREDE BULABİLSEM SENİ
Baba bıçağını ağır ağır çekerken
YETİŞİP
Ana dalgın ve Su dibinde yürür gibi
DİZÜSTÜ DÜŞSEM ETEKLERİNE
Ana dalgın ve su dibinde yürür gibi
üzüm tiyekleri ceylan dolu etekleri
1
Çocuklar
Kurtulamazlar yanaklarına konan yaradan
Olmadık anda bırakılırlar
Sonra
Nice sonra
Hatta bazen karanlıklarına uzanırlarken kadar sonra
Üzerinde gözyaşı izleri
Senelerin izleri ile yol yol kalmış yanakları
Mahzun yayılır
Ancak görünür güzel dişleri

Ve 'kuşlar da kaderle uçar'
.

Cahit Zarifoğlu

Kayıt

Korku salardı inceliğin acıman tevazuun
Dünya ve insan çıkmazlarına yumuşak bakışın

Nur sarnıçları ballar koydun çöllere ruh eşiklerine
Senden kaynıyordu yine sana kapılıyor ırmakların

Yamalı ve tertemiz elbiselerim olunca
Her gece mutlak uyanıp adını anınca

Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz
Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım

Sura vardıkça gövdelendim soyundum aşk duasına
Atılıyorum sırlarına açılıyor hücrelerim

Menzili çoktan geçtim ün saldı kayboluşum
Kendi kuytumda çalkıyor şerbetini ağzım
.

Cahit Zarifoğlu

Kabül

Eski şairliklerim gitti gözümden
Gayridir başka bir hal kuşanıyorum

Azık yoldaş olmaz haydi geç toklukları
Az'la doymak yap deş insan zamanlarını

At al at bin at kuşan da ciğerin koş
Davran bre çocuk doyma ilk sulardan

Hehey gözüm hehey gözyaş odsuz kaldın
Nice hançer dürdün sabır balyaladın

Göğsümde bir küçücük derya buldum
Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım

Eteğini toplamış bir sevgili düştü kumsala
Ufacık kuru dudaklarında bir hasret sayhası

De Zarif inle. Ta ki huzra vardın
Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın
.

Cahit Zarifoğlu

İşaret Çocukları

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları

Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş

Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına


Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale saçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler

Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı

Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline

Anam kanları kuruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere

Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu

Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim.
.

Cahit Zarifoğlu

İsteyerek

Karşı dağdan meleyen canım
Günler nasıl homurdanıyor başımızda
Elini uzatıp baktın mı yas var komşular ülkesinde
Bülbül neden kenetlenmiş Sorman oldu mu hiç
İskeleti havlar mı bir insanın. Gördüm
Karşı dağdan meleyen canım

Evin görünmeyen elleri
Yağmur yanaklarında gözyaşı taneleri
Art arda gidenler can pareleri erkek kardeşleri
Evde kızlar kimsenin görmediği kızlar
Ateş gibi ülfetleri
Dağlamış serin taslar bakraçları

Anaları bilinmez bir köşede
Bir nağra gibi. Hayatın başında
Tozut koyun yünlerini hallaçla zamanı hallaçla
Bir kapalı ağzın var. Sanki susar çağın ünlü marşlarını

Yüklükten bana bir yorgan çıkardılar
Üstü mavi papatyalar
Bir dehlizden geçirip zirveye döşek attılar
Taradılar uykumun saatlerce uzun saçlarını

Şimdi sırtım sağlam
Karşımda hamle yatakları. Bir elimde kılınç bir elimde zafer duaları
.

Cahit Zarifoğlu

Korku Ve Yakarış

Yüklenip geliyor gökyüzü evimizden yeryüzümüze
Dilimize onur veren kelime

Güzel ticaret ettik
Çölü okuyabiliyoruz deveyi çözebiliyoruz

/Delicesine yalnızlıktan yana reyi
Elleri berrak ve dolu
Arındı soyu kurudu kinlerin sanki
Vuruyordu son bahtsız atılışında
Köpeklere yaslanarak bir avluda
Ve ayaklarının altında
Her kiminse doğranmış saç örgüleri/

Ve şimdi adam ey çocuk
Eline bir dudak inziva al göster onlara
Belgele sevişebildiğin aklın
Kuşların o hızlı oluş adına
Çalılardan uçurduğu baharla
Uzaktan kur düşleri ve başla binmeye
Gemiler gibi gelen günlere

Ve özenle seçilen söylenen kulaklara
Yeni yeni hecelediğin tattığın
/İyice düşün ilk kez kim duyuyordu ayetleri/
Hatta o ısılı ve tamam edilmiş kelimeler yardımıyla

Nerdesin ne suçun var anlarsın
Gibi dost ettiğin paha gerçek paha
Bilinir ki yolluyor yiyeceklerini senin katına

Seni çile çektirilen
Verdikçe alan kelime
Susuzluktan kalma bir sarhoş ağzın
Salt ona adımların
Yalpa yok elatışında boyuna sürdüğün o
Ve hadi artık. Konuş
Nasıl buldun yolunu
Ki akıyor her gece ruhun bütün gücü
Bir fırdönüyü saklıyor eşyalar
Sen ıssız tekbaşına ve mağrur
Batıyorken yatağında

Nasıl da ateş sıcak içova nabzı
Zamanlar indirir kaldırır limanları
Sanki bir kuş ağzı bir kadın ağzı
Su başlarında sel yollarında hayatın
Kuğu kanatları beyaz soluk alışları

/Derken rahimlere kapandın
Dirilik harflerle çalkalandı
Boşaldı boş çanaklarına kavganın/

Kaynak yeniden yumulu parmaklarını açıyor
Biziz şimdi görünen artık salındayız aşkın
Yüz yüze koyulduğumuz sır vakti: Olgun ve hazır

Yine uyandım
Sabah
Yine büyük

İsmimle ancak
Aynı sarnıçta düş ve gerçek
Alıp veren sakınan etim
Soluduğum bakış
Can levham duvarlarım senin

Bana giysi verdin
Öyle biliyorum giyinmeyi
Beni doyurdun
Böyle biliyorum doymayı
Ve sayıyorum kimse yok
Öyle böyle bir doğa
Yalnız beni götürüyor kıyamete
Görüyorum ki farkediyor
Gülümserken korkuyorum

Elime açılıyor yüzün
Duyuyorum buzlar gibi

Sensin bana
Sanki kendimden bana
İçimden tüten

Sensin doğduğum sabahları
Işıklarına uzandığım başları
Dünyaya bırakan

Sensin güden
Kanımın düşüncesini

Sen ince şavk toplam zaman saf hayat
Tek diri

Sensin yüzen geceye
Tek diri

Sensin yüzen geceye
Yeryüzü

Sen ayrılmadın hiç
Evimizden

Uyudum yine
Gece
Yine geniş
.

Cahit Zarifoğlu

Yeni Gelin

Senin ellerini
Öpmeye kıyamam
Senin yüzüne
Bakmaya kıyamam
Neden kızarıyorsun yeni gelin
Sokakta rastladığım zaman?
.

Cahit Külebi

Yurdum

1917 senesinde
Topraklarında doğmuşum.
Anamdan emdiğim süt
Çeşmenden tarlandan gelmiş.
Emmilerim hudutlarında
Senin için döğüşürken ölmüşler.
Kalelerin burcunda
Uçurtma uçurmuşum,
Çimmişim derelerinde.
Bir andız fidanı gibi büyümüşüm.
Topraklarının üstünde.

Koca koca kamyonlara binmişim.
Daha büyük şehirlerine
Okumaya gitmişim.
Eşkiyalar yolumu kesmiş,
Alacak şey bulamamışlar.
Topraklarının üstünde
Top oynamış, aşık olmuş, düşünmüş,
Ahbap edinmişim.

Kederlendiğim günler olmuş
Naçar dolaşmışım sokaklarında,
Sevinçli günlerim olmuş
Başım havalarda gezmişim.
Bağrımı açıp ılgın ılgın
Esen serin rüzgarlarına,
İlk defa kıyılarından
Denizi seyretmişim.
Issız çorak ovalarında
Günlerce yolculuk etmişim.

Ağladığım senin içindir
Güldüğüm senin için
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin.
.

Cahit Külebi

Yangın

Önce gelincikleri yolduk,
Nar ağaçlarını tuttuk kurşuna,
Ardından andızları devirdik
Aptallık, bilinçsizlik, bir hiç uğruna.
Sonra sıra ormanlara geldi,
Yüz binlerce dönüm ateş yaktık,
Sıvas'a kadar gidip bulduk,
Dikili tek ağaç bırakmadık.
Şimdi damlarda yanıp söner
İsli lambalar gibi insan gözleri.
Daha çok atılacak, it gibi sokaklara
Delik deşik insan ölüleri.
.

Cahit Külebi

Yakınma

Bir halin var seviyorum
Küçük ellerinden daha çok
Bir halin var özlüyorum
Sıcak dudaklarında yok

Yıldızlı gözlerinde ayrı ufuk
Bir halin var düşünüyorum
Bir halin var gülüyorum
Arsız burnunda çocuk

Bir halin var üzülüyorum
.

Cahit Külebi

Yurt

Tokat'la Niksar arasında
Bir küçük ev görünür uzaktan
Kütükten duvarlı, önünden çeşme akar
Yeşermiş gibi topraktar

Yağmur yağar camlarına dökülür
Benim yüzümdür çizilencamlarda
Yalnızlığın sesidir, rüzgar değil
Gürgen ağaçlarında.

Allı güllü çiçekler
Elimle Dikilmiş bahçesine
Yürüyüp gitsem hepsi koşar ardımdan
çocuklar gibi delicesine.

Gel dere ak , derim gürül gürül
Dağdan aşağı akar gider.Hayal kurmak istese canım
Bulutlara bir bağırmak yeter.

Bir uçurtma gelir uzaktan
Vurulmuş, ince, tozlu.
Gülüşler, haberler, hasretler
Gözyaşları içinde gizli.

Siz baksanız göremezsiniz
Benim yurdumdur orası!
Ardıç, gürgenler, tozlu yollar
Tokat'la gürgenler, tozlu yollar
Tokat'la Niksar arasında.
.

Cahit Külebi

Zerdali Ağacı

Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım,
Aklın ermeden.

Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım,
Pişman olursun sonra.

Şimdi okşar da hafif hafif
Bir gün yerden yere çalar rüzgâr
Küçük zerdali ağacım,
Bakma güzel gitsin havalar.

Sallansın dalların çocuklar gibi
Bakma güneş ısıtsın varsın
Küçük zerdali ağacım,
Sonra donarsın.

Zemheride bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım.
.

Cahit Külebi

Uyusun da Büyüsün

Tüketme nefesini maviş kızım
Bildiğin Türkçe kıt gelir masallarıma
Sözden sazdan anlamazsın
Kuştan yapraktan haberin yok

Biz yaşlılar neler de bilmeyiz
Hele sen belle dilimizi
Biliriz de güzel laf etmesini
Çekiniriz konuşmaktan
Yazmasını bilir yazamayız

Üzme beni yum gözlerini
Uyutacak ninnilerim yok
Türküler mi istersin benden
Yanık memleket türküleri
Ne arasın bende o ses
Islıkla söyleni marşlar mı istersin
Bunlar size gelmez
Uykusunu kaçırır çocukların

Sana hazır ninniler söylesem
Bahçeye kurdum desem salıncak
İnanır mısın
Ne bahçe var ne beşik
Bir arabacık da istemezdi şu asfalt
Yorganın yatağın iğreti
Doğdun doğalı ne oyun gördün
Ne oyuncak

Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek devran geçecek
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.

Bir arabacık da istemezdi şu asfalt
Yorganın yatağın iğreti
Doğdun doğalı ne oyun gördün
Ne oyuncak

Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek devran geçecek
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.
.

Cahit Külebi

Umut

Yorgunsun uzaklardan gelmişsin
Yitirmişsin ne varsa birer birer.
Bir sağlık,bir sevinç,bir umut
Onlar da nerdeyse gitti, gider.

Dost bildiğin insanların yüzleri
Aynalar gibi kapkara.
Suyu mu çekilmiş bulutların
Dönmüşsün kuruyan ırmaklara.

Taşlara düşen saat gibi
Ne artı ne eksi.
Bir sağlık,bir sevinç,
bir umut Hikaye hepsi...
.

Cahit Külebi

Uçak Yolculuğu

Bir uçağım olmalı benim
Binip üstüne binip üstüne
Şu dünyayı gezmeliyim,
Gidip Akdeniz kıyılarına
Merhaba demeliyim
Sıcak sıcak denizlerde
Çimen gemici çocukları.

Bir uçağım olmalı benim
Binip üstüne binip üstüne
Daha uzaklara gitmeliyim,
Ta Fransa' ya, Berlin' e.
Selam demeliyim dört iklimden,
Özgürlük için dövüşmeye gelenler
Ölümlü günler bitti mi
Öten tüfekler sustu mu
Kazanlarda sıcak aşlar pişti mi?

Bir uçağım olmalı benim
Binip üstüne binip üstüne
Diyar diyar gitmeliyim.

(1945)
.

Cahit Külebi

Tokad'a Doğru

Çamlıbel'den Tokad'a doğru
Tozlu yolların aktığı ırmak!
Ben seni çoktan unuttum;
Sen de unuttun mu, dön geri bak.

Atların kuyruğu düğümlü,
Bir yandan yağmur yağar, ıslak;
Bir yandan hamutlar şak şak eder,
Bir yandan tekerler döner, dön geri bak.

Orda, derenin içinde
İki üç akçakavak,
Tekerler döner, başım döner,
Kavaklar yeşeriyor dön geri bak.

Orda, derenin içinde
İki üç çırılçıplak
Alçacık damı düşündükçe
Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak.

Irmaklar gibi uzaklaşır
Bir türkü kadar uzak
Tekerler iki çizgi bırakır,
Hamutlar şak şak eder, dön geri bak.
.

Cahit Külebi

Tereke

Daha ben ölmeden paylaşın
Sabrım zamanım karımın olsun
İşte boş cüzdanım cebimde
Oğullarıma kalsın.

Dostlara bıraktım türküleri,
Gözlerimi delikanlılara.
Hayallerim hepsine yeter,
Bolca dağıtılsın kızlara.

Gövdemi şölen ettim böceklere,
Mezarıma milyonlarca dolsun.
Özgürlüğü duyardı saçlarım
Bütün şairlere selam olsun.
.

Cahit Külebi

Tabanca

Bir nagant tabancam olsa benim
İnce bilekli yar!
Dünyaya eyvallah etmem
Altın yürekli yar!

Çocuksun gülüp söylersin,
Uçan kuşlara benzersin,
Ben ölürsem eger neylersin
Telli duvaklı yar?
.

Cahit Külebi

Sivas Yollarında

Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sıvas yollarında geceleri.

Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
ne sevdayla dolar taşar gönüller
Bir rüzgar eser ki, bıçak gibi
El ayak şişer.
Sıvas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.

Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şöförler söğer,
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider.
.

Cahit Külebi

Sevda Peşinde

Kimsenin başına gelmemiştir
Benim başıma gelenler.
Hangi günüm sevinçli geçti?

Elbette tadı var bu alemin
Ağaçların çiçekleri var,
Kadınların sıcak dudakları,
Bin bir türlü hali var denizlerin.

Evimdeyken bu saatte ben
Çarşıya ekmek almaya giderdim,
Şehirli bir kadın gibi kokardı
Evlerin bahçeleri akşam serinliğinde.

Vektiyle İzmir'e gitmiştim
Ömrümde ilk defa
Aşıklık yüzünden.
Şehre girerken ışıklar uçuşuyor
Rüzgar okşuyordu saçımı tren penceresinde,
Kalbim bir bayrak gibi çırpınıyordu.

O gün bugündür başıma gelenler
Kimsenin başına gelmemiştir
Ekmek peşinde.
Geçmişten söz etmek neye yarar.

İşte şu anda naçar kaldım
Koca bir şehrin ortasında.
Karanlık caddeler uzayıp gidiyor,
Kar yağıyor ışıkların üstüne
Bir kadın çorabını çekiyor.
Çok sallanma küçük hanım,
Gönlüm gitmez peşinden
Birisi var yolumu bekler.
Ömrüm günüm yanlız geçiyor
Bir tek sevda peşinde.

(1946)
.

Cahit Külebi

Sevda Bahçesi

Bir gül taze durur bahçede
Yaprakları diri.
Sen beyaz güllerin en beyazı
Sabahlar kadar iri.

Bir gül baygın durur bahçede
Yaprakları serin.
Sen sarı güllerin en sarısı
Yağmur gibisin.

Pembe gül hülyandır açılmış
Beyaz gül yanakların,
Sarı gül dağınık saçlarındır,
Ve mahzun kalbim ateş gibi
Yanan dudaklarındır.
.

Cahit Külebi

Temmuz

Vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak
Saat üçe doğru bir temmuz gününde,
Yani beni düşüneceksin, ya da bir başkasını
Gülecek, konuşacak, dinleyeceksin
İncecik parmakların saçlarının içinde.

O zaman kim bilir ben nerde olurum?
Vücudum çıra gibi tutuştu tutuşacak.
Bir kahveye de gidip oturamam
Dost yüzünden, ağaç gölgesinden, senden uzak.

Aklına eserse çık gel evinden
Güneşin sıcaklığını, rüzgarın kokusunu
Anasının memesi gibi emsin derin,
Bacakların görünsün basma eteklerinden.

Boş, dünyanın güzelliği de boş
Arkadaşlar da, hayal kurmak da boş, düşünceler de
Vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak,
Gülecek, konuşacak, dinleyeceksin
Saat üçe doğru bir temmuz gününde.
.

Cahit Külebi

Sen yokken

Sen yokken gittim
Korkularımın üstüne
Hiç ardıma bakmadım
Gümüş şiirler yazdım sen yokken
Çok yangın çıktı yüreğimde
Küllerini bile savurmadım
Irak denizlerin fırtınasıydım
Uzak iklimlerin sert rüzgarları
Kulaçlarken denizinde gurbeti
Kanlı savaşlarım,
Belalı sevdalarım olmadı hiç
Ama hep sustum,
Hep ağladım, hep yandım sen yokken.
Bekliyorum dönüşünü yeniden,
Bir gelsen,
Hayatın önünden alsan beni
Bir gelsen,
Sellerin önünden alsan beni
Bir gelsen,
Ölümlü düşlerimden alsan beni.

Çok durdum güneşe karşı bir başıma
Savrulurdum rüzgarlarında sensizlik denizinin
Sen yokken,
Az dolaşmadım gönlümün kuytularında
Üşüyen karanfilim şimdi buruşuk parmaklarda
Bir kırağı ayazıydım gecenin kollarında
Zifirlerinde sadece ben üşürdüm.
Hiç aldırmadım esen rüzgara
Hiç dinlenmiş bir yürekle çıkmadım ortaya
Yinede hiç yıkılmadım giden trenlerin ardından
Ama bütün yangınlar beni yaktı önce
Hep ortasında kaldım vurgunların
Vurgun nedir ki? deme
Bir babanın serzenişi nasılsa öyle
Bayrakları indirilmiş,
Bozguna uğramış bir hisardım sen yokken
Hep sustum,
Hep yandım, hep ağladım sen yokken.
Bir gelsen,
Yangınlardan alsan beni,
Bir gelsen,
Dünyalarımdan alsan beni,
Bir gelsen,
Şafaksız gecelerden alsan beni,
Ama ne zaman gelsen,
Akşam kızılı gözlerimle bulacaksın beni.
.

Cahit Külebi

Sabret

Sen petekte bir gömeç bal gibisin!
Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan.
Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki
Her gün eser durursun hafızamdan.

Ellerin var beyaz güller gibi küçücük,
Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe!
Sanki yeşil yaylalardır gözlerin
Alnımda ter ve kuvvetsin işimde.

Ben kanadı kırık bir kuş değilim
Döner birgün gurbet ellerde kalan
Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim,
Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan.
.

Cahit Külebi

.

Sabret

Sen petekte bir gömeç bal gibisin!
Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan.
Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki
Her gün eser durursun hafızamdan.

Ellerin var beyaz güller gibi küçücük,
Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe!
Sanki yeşil yaylalardır gözlerin
Alnımda ter ve kuvvetsin işimde.

Ben kanadı kırık bir kuş değilim
Döner birgün gurbet ellerde kalan
Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim,
Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan.
.

Cahit Külebi

.

Rüzgar

Şimdi bir rüzgar geçti buradan
Koştum ama yetişemedim,
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.

Besbelli denizden çıkıp
Kıyılar boyunca gitmiştir,
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmiştir.

Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
Bulutları koyun gibi gütmüştür,
Okşayıp otları yaylalarda
Büyütmüştür.

Köylere de uğradıysa eğer
Islak, karanlık odalarda beşik sallanmıştır,
Günes altında çalışanlara
İmdat eylemiştir.

Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
Kıraçlarda mavi dikenler..
Toz toprak gözlerine gitmiştir.

Şehirlere uğramış ki yanımdan geçti,
Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür,
Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra
Alıp gitmiştir.

Şimdi bir rüzgar geçti buradan
Koştum ama yetişemedim,
Soraydım söylerdi herhalde
Soramadım.
.

Cahit Külebi

Özlem

Şimdi tarlalarda güneş vardır,
Karlar donmuştur otların uçlarında,
Artık akşamları dinlenemem
Başım avuçlarında.

İçi korku dolu kış gecesi
Hiç yatağın yok mu sıcak!
Dağları dolduran kır çiçeği
Hangi rüzgarlar seni koklayacak!

Saçlarımı kesip rüzgara atacağım!
Ta ki haber götürsün bir gün sana!
İçimde bir şeytan var, diyor ki:
Aklına ne gelirse yapsana.

Ben bu şiiri yazdım atlı talimde
Bulunduğum şehir İstanbul'du,
Ağır ağır kar yağıyordu,
Atamın yelesi bulut renginde.

(1940)
.

Cahit Külebi

Mustafa Kemal

Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı
Sel'am durdu kayığı, çaparı, takası
Selam durdu tayfası.
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından, bir duman
Duman değildi bu!
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.

Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil!
Sarılan anayurda
Kemal Paşanın kollarıydı.

Selâm vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan
Karadeniz'in halini bir görmeliydi.
Kalkıp ayağa ardı sıra baktı dalgalar
Kalktı takalar,
İzin verseydi Kemal Paşa
Ardından gürleyip giderlerdi
Erzurum'a kadar.
.

Cahit Külebi

Mehmet Ali

Mehmet Ali' yi anası
İşe giderken doğurdu
Savaş bitiminden üç ay önce.
Az süt emdi Mehmet Ali,
Az ışık gördü,
Az ısındı,
Duydu anasının yorgunluğunu,
Bol bol uyudu Mehmet Ali
Çocukların bedava uykusunu.

Zeytinyağı ve ekmek kadar
Kıttı özgürlük memlekette.
Büyüdüğü zaman akranları Mehmet Ali' nin
Her şey bol olur elbette.

(1945)
.

Cahit Külebi

Kış Yorumu

Karanlık kış günü akşam üstü
Bırak kendini sokaklara,
Git bakalım gittigin kadar!
Freni bozuk kamyonlar gibi

Sevda mı, umut mu, arkadaş mı,
Anılar mı? Nerde...
Ölüm mü? Doğduğun günden beri
Ardından gezer caddelerde

Karanlık kış günü akşam üstü
Bir gülüş mü? Sıcak,
Dükkanların ışığı mı? Tramvaylar mı?
Geçen kıvılcımlar saçarak.

Kayıp Sevda

Bir yandan türkü söyler
Bir yandan yürür ağlıyarak,
Sevdası rüzgâr gibi iter
Dere boyunca yalnayak.

Nilüferler gibi solgun Ophelia!
Yanaklarına yapışır saçları.
Açılır etekleri suyun yüzünde,
Seyrederdi söğüt ağaçları.

İnsan kalbi o zamanlar da vardı
Daha küçüktü, daha kırmızıydı ama şimdikinden
Kopardılar kalbini Ophelia'nın
Nilüferler gibi sarardı.

Kadınlar, Ülkeler, Denizler

Gözlerin gözlerime değince
Su katılıyor rakıya
Denizler açılıyor önümde.

Üç çeşit deniz var bildiğim:
Birincisi süt liman deniz.
İlkgünün özenle okşadığı,
Gökyüzüyle kaynaşan deniz.

İkincisi dalgalı oynak,
Bir kedi gibi önce sokularak
Sonra tozu dumana katan deniz.
Balıklara beşik sallayan deniz.

Kadınlar

Neden kadınlar böyle sıcak?
Neden kadınlar böyle taze?
Yaz gelince basmalar giyerler
Sade.

Ben yine çocukları severim
Bütün kadınlardan ziyade.

(1942)
.

Cahit Külebi

İstanbul

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır

Fakat içimde şarkı bitti.
.

Cahit Külebi

Hikaye

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Hasret

Şimdi tarlalarda güneş vardır.
Karlar donmuştur otların uçlarında..
Artık akşamları dinlenemem
Başım avuçlarında.

İçi korku dolu kış gecesi
Hiç yatağın yok mu sıcak
Dağları dolduran kır çiçeği
Hangi rüzgarlar seni koklayacak!

Saçlarımı kesip rüzgara ataçağım!
Ta ki haber götürsün bir gün sana!
İçimde bir şeytan var, diyor ki
Aklına ne gelirse yapsana.

Ben bu şiiri yazdım atlı talimde
Bulunduğum sehir İstanbul'du
Ağır ağır kar yağıyordu
Atımın yelesi bulut renginde.
.

Cahit Külebi

Harp İçinde

Babalar evlerine mahçup döndü her akşam
Harp içinde.
Anaların sütü kesildi,
Çocuklar ağladı,
Erkekler askere gitti.
Kadınlar bir deri bir kemik.
Harp içinde kızlar sarardı.

Savaşanlardansa
Ancak bir hatıra kaldı.

(1946)
.

Cahit Külebi

Güzelleme

Evinizin önünde dolaşsam
Seni bulamazdım,
Sen gözlerinde bahçeler olan
Şimdi evimdeki karım.
Senin kadar güzel olsun çocuklarım

Gökyüzü bugün ne kadar da çok
Yıldızlarla dolu avuçların
.

Cahit Külebi

Zamlar

En çok hangi saatlerde
Çöker omzumuza
Yıpranma zamları, çocuk zamları
Akşamları her halde.

Binip bir vapura, trenlerde
Düşünmek dinlediğimizi
Ya da bir deniz kıyısı
Seyret karşıda tutuşmuş camları.

En çok bu halsizlik ve onlar
Ki tek tük beyaz gündüzden
Almışlar, atmışlar
Kuşları, rüzgarları, çamları.

.

Behçet Necatigil

Zor Geçit

Sen, şu evvelce de yazdım:
Siyah gömleğinde ince...
Olmuyor ki ha deyince
Hayat bütün bütün zalim.

Devran döner. Âdem-Havva üstüne,
Dünya evlilikle baki.
Ama hayat dedikleri
Güçleşmekte günden güne.

Seni, beni üzen dertte
Çarpar bir milletin kalbi,
Halkın çoğu bizim gibi
Bunun lafını etmekte.

Geçer, hepsi geçer elbet;
Daralmış gönüller ferahlar.
Gelir o eski sabahlar,
Memleket eski memleket.

.

Behçet Necatigil

Zaman Kayması

Kaynaşır birbirine gün olur zamanlar;
Geçmiş,gelecek birleşir tek kesitte.
Sanki ilk kez yaşarız yaşanmışı dünlerde
Ya da başlar ansızın ta ilerde olacak.

Çağırır gerilerden bir değişim ilk aşkı:
İşte yine o sıtma.
Çok sonraki yılları;oysa daha bir çocuk,
Duyar beri yanda bütün doymuşluğunca.

Sarkaçlar gibi şimdi sallanır
Dünle yarın arasında düzensiz.
Ya çok ileri gider ya da çok geri kalır,
Düzgün işletemeyiz.

Serpiştiriyordu kar soğuk gece yarısı
Birden mayıs sabahı,ılık seher yelleri.
Daha demin kıştı,başlar temmuz
Ve yaşanır bir sonbahar gibi bir yaz dönemi.

.

Behçet Necatigil

Yüzünden

Kime ne kadar baktın
Hem hangi anlamda,
Ne çekti ağırlığın
Hangi kantarlarda?

Sana gitmeyen şeyler
Yakınların, başkaları
İçin yüzünden
Yaptığın çok oldu.

Dur bak sulara
Otoyol, yasak durmalar
Saparak bir kır kahvesi
Belki bir çay içimi.

Kervan çıktı yokuşu akşam
Hurda makina
Sıska bir çocuğa
İnce bir zıbın dikti.

Kuruyan hanımeli
Su verilmedi.
Susarız, soramayız
Kimler elbir eyledi.

Kireçlenmiş duygular
İçinde yüzünden
Bulanık grafiler
Ayrıntılar belirlemedi.

.

Behçet Necatigil

Yüz Yazmak

buzullar bozkırlar geçersin de beni göremezsin
çok mu çirkin yüzün benlenince
biter yol bakar bel boşluğa
görür kör bende
yandırdığım çerağı söndürürde elinle
görmezsin

sen hintten ne zaman koptun fil
o yarı hatırlamaların
güney yarımkürede
lamaların peşine düşersin.

.

Behçet Necatigil

Yürür Merdiven

Düzlük, bas
Dik
Çıkar yukarı.

Tanıyan yok seni
Vardığın katta
Karış kalabalığa.

.

Behçet Necatigil

Yoyo

Uzun ince bir lastik
Ya da ip
Parmağa takılı
Sağa sola yere
Atarsınız, gitse ya,
Döner, avucunuzda,
Gidemez bırakıp.

Kağıt, bez bir top
Tahta, plastik
Bir disk
Hani şu çocuklarda - -
Sallarsınız ipini
Koparıp gitse ya,
Gidemez, döner geri.

Lastik, sicim, her neyse
Kopsa, düşse, gitse
Gidemez
Yoyo
Kalır az ötede
Uzanır alırsınız
Gidemez yoyo.

.

Behçet Necatigil

Yosun

İkidir bir köpük elim bir koymuş gibi.
Yerimi bilemiyor, diş biliyorlar
Biliyorum her şeyi
Elimle koymuş gibi.

Dal durur çiçeğe, gecede her çıkış
Kaya kaya birinden ötekine
Su uyur, düşman da uyur, yosun
Kor keser karanlığı kör bıçak.

.

Behçet Necatigil

.

Yorum Korkusu

Gitmek geçse aklımdan
Hemen yorum
Nereye, nasıl, ne zaman?
oysa ben vazgeçtim.
Uyu yorum

Demek geçse aklımdan git
Git mi yorum
Kime, nerde, ne zaman?
Oysa ben haddim mi?
Uyu yorum

Ne gitmek gelir aklımdan
Ne de git demek
Eli kolu bağlı ben, ağzı dili bağlı
Yaşa yorum
Sevin emi yorum

.

Behçet Necatigil

26 Haziran 2010 Cumartesi

Yollarda

Bizi bazan bir yere
Çekip getirmiş neden
Kim nerden bilecek
Yadırgar gören.

Her zaman yanlarında
Bir taşı taşıyanlar
Sallanır yorgunluktan
Teptikleri yollarda.

Bir kazı makinası
Kapakları açılır
Molozlar
Arasında nasılsa
Bir mozaik.

Boşalan taş toprak
Arasında nasılsa
Görülür görülmez
Bir yalnızlık
Parlar pusar bakılsa.

.

Behçet Necatigil

Yol Çantası

Üstünde bir yazı: Hazırlık
Bir gencin olmalı
İnince yolcular
Biletçi bulmuş
İlk yardım çantasına benziyor.

Çok geç olmalı
Kalabalık taşıt
Yanına koydu
Dalgalara daldı
Unutulur.

Kayıp eşya büroları
Belki hemen gelseydiniz
Yoktur yollarda
Hazırlıksız şimdi
Alışmamış bir yalnız.

Gider bir süre
Kimlik kartı
Bir akşam üstü
Duyulur yokluğu
Nerede bıraktı?

.

Behçet Necatigil

.

Yitik

Gerekir, ararız, yoktur nerde
Karşı soru ne nerde?

Canıım işte önümdeydi çok zaman
Şuralarda bir yerde.

Bilirler susarlar anlarız
Bilmezden gelmelerde.

.

Behçet Necatigil

Yine

Coktan bitmis konusacaklarimiz,
Tekrar tekrar konusalim.
Aksamdir alkol, aslinda kaniksamisiz
Gel yine seviselim.

Bos Ver bir dolu
Duslerde dervis.
Kirmizi beyaz guller
Mezarda bitermis.

Dusunduler cok mu az,
Gel biz de dusunelim.
Her geceye giden parfum sevismek,
Gel yine surunelim.

.

Behçet Necatigil

Yıldızlar

Seni karanlıkta yatırıyorlar
Korkuyorsun geceden
Bakıp bakıp pencereden
Yatağına sokuluyorsun.
Ben hep eski yerimdeyim biliyorsun
Hava açık olduğu zamanlar
Beni seyrediyor, seviniyorsun.
Ah ne olurdu ben de
Sana göründüğüm şekilde
Odana gelseydim.
Ateşböcekleri gibi
Küçücük avucunda
Yanıp yanıp sönseydim.
Seneler geçip gider, büyürsün.
Bir gün olur, hepsi biter
Endişeler, o çocuk üzüntün
Hepsi biter.
Aydınlanır senin için geceler, güneş gibi görünürsün.
Biraz sabır, küçük çocuk, biraz sabır!
Ama Allah'ın koyduğu yerde
Yildızlar daima yalnızdır.

.

Behçet Necatigil

Yılan

Yıkıntı, yangın yeri, gömüler
Bekler bekçi
Hüznün hazinesi.

Beklerim
Hasetlerden korkarım,
Hasretlerden korkarım
Hele uzun sürerlerse.

Talan. Gelirler, ürker giderler
Issız çevre
Ve ancak tıss sesleri.

.

Behçet Necatigil

Yerde

Taşlık bölgelerden
Geçerken kristal avizeler
Düşmüş kırılmış
TIR kamyonlarından.

Bir durak yüzlerinde
Yerde yatan ceset de bir durak
Yalnızlık gecelerinde
Seviştiği kendisiyle et ete
Belli farlarından.

Kör gözleri üstünüze dikili
Bakar bel bel yakınlar
Yerde yatan cesede
Sağlam balkonlarından.

.

Behçet Necatigil

Yedikule

Küçük kent kapıları, sur dibi dükkanlar
Her zaman olmalıdır.
Yolları nasılsa oralara düşenler
Eskilerin durduğu bir zaman olmalıdır.

Üstübeç, örümcek, ispit, poyra
Yaş toprak, duvarlar
Küherçile - - tekerlek
İlkel ocaklarda dövülür olmalıdır.

Bahçemsi geride bir lağar beygir
Sıska bir köpek, sırtı az kambur
Aralık kapıdan yalpalı alevde
Bir usta, bir çırak görülür olmalıdır.

Az ilerde basık, dar
Sur kapısından geniş
Sularında akşam bir gün
Bostanlara yürür olmalıdır.

.

Behçet Necatigil

Yazlık

Dam dam
Büyük kent havaları değişik
Solur hep aynı kiri
Batıkta evler.

Duymaz en ufak bir eziklik
Taze, mavi
Zengin yazlıklarında
Salınır kasıla kasıla.

Kirden temize çaba
Sürekli, o da şimdi
Hakkıdır, ama gitse
Sanki oksijen çadırlarında.

.

Behçet Necatigil

Yazı Gerçeği

Yarımdır tam kaç yan
Yazın - - ne demeye geldiği
Hüznün keyfini sür!

Sizi tutuyorlar bırakırlar bıkarlar
Acımasızdır uzak
Yakın, gecikme, kendini sür!

İncelikler ne isterler
Bilmezden gelelim gelelim
Gerçek çok zaman örtülüdür.

Bazan da yakın kollar uzak anlar
Vakit, sürüncemede dosya
Bağlanır, al götür!

.

Behçet Necatigil

Yay

Derinden sesler geliyor
Durduramaz beni aşkın
Bekle geçinceye kadar
Yayı daha germe
Kıracaksın

Karanlıkta kımıldayan düşünceyi
Göremez sendeki göz
Örtülere büründüğüm şu anda
Düşmüş senden kumaşlar
Çıplaksın

Eser serin bir rüzgar
Sen çok sıcaksın
Koptu senden ellerim, köprü yıkıldı
Seni benim tarafa nasıl alabilirim
Uzaksın

.

Behçet Necatigil

.

Yarım Yaşam

Meryem yüzlü kızlar ve merdiven
O da karşılaşmıştı.
Üşenmek - - üşüştüler
Başlamadan kaldı.

Ne kayık, ne yüz geç kıyılardan
Üşür kedi güneşsiz odalarda,
Önemsiz anılar
Başladı.

.

Behçet Necatigil

Yanılmalar

Kalktı tren - -
Senin aklına olan
Başkası,
Bu kalkan tren değil.

Bir pencere
Açıldı, sevindin
Kapandı
Bu açılan senin değil.

Ay karanlık
Yanlış - -
Gün doğsun, bekle
Burası yerin değil.

.

Behçet Necatigil

.

Yalnızlığa Çıkma

Başa nasıl vurur
Başka başka vurur
Çevrilir numara
Ses sese suskunluktur.

Kimi gül bahçesini
Hiç yoktan verir suya
Kimi İbrahim, Edhem
Bir beden ateşe vurur.

Sürüyüp gölgesini
Gitti sanırsın sen
Açsan ne zaman
Kapında bekler durur.

Kalsın kovuğunda
Gizli tarihi acıların
Vakt erer bir bulan
Bir bilen bulunur.

.

Behçet Necatigil

Yakınlar

Anadır - - baba, evlat, kardeş
Yaradır içimizde.
Yıllar yılı çeker bir hastalığı,
Çekeriz biz de.

Çokluk anlaşılmaz neden
Bir bulut çöker gözlerinize - -
Niçin böyle durgunuz
Ara sıra bize geldiğinizde.

.

Behçet Necatigil

Yad Kapı

Ölüm
Kapanması bir evin.

Rahat mıydık
Girdikçe
Yakınları.

Sürgün sevgiler
Dışarda açardı
Kurudu
Ev boşaldı.

.

Behçet Necatigil

Yabancı Şehir

Bu şehirde akşama doğru
İçime korku,
Ayaklarıma karasu iner.

Bu şehirde akşama doğru
Gülünç gözükür yolcu,
Sevsinler!

Bu şehirde akşama doğru
Yalnız ve ağlamaklı olduğumu
Bilsinler.

.

Behçet Necatigil

Vantuz

Sırtıma çektikleri şişeler
İyi etmek için beni
Sülükten beter
Kuruttu kanımı.

Bir yanda seks filimleri
Kapalı gişeler
Bir yanda sürgit
Çapraşık endişeler.

Hey gidi Dedem Korkut
Hey gidi Oğuz Kağan
Ne ben erince erdim
Ne çağa benzedi çağ.

Onların zamanında
Azdı her şey
Kaç orman - - ya şimdi
Kaç gergedan, kaç yarağ.

.

Behçet Necatigil

Varyete

Kız sen değil miydin olur hay hay diyen
İç bir parça içki de gerisi kolay diyen
Kız senin bu haline sözlüklere baktım söz yok
Kız sen ne yalancı şeysin hiç de mi yüz yok

Ellerin uçurtmalar gibi uçar hareli
Dostun biri kadeh sunar elime
Yorgun alna şifa imiş yâr eli
Kız bak benim sefil nâçar halime
Gönlüm göğsüm yareli

İster tef al eline ister oynat zilleri
Dolmuş senin gözlerine bu dünyanın halleri
Bu dünyanın halleri
Gündüzleri çökertiyor belleri
Geceleri gözyaşından akıtıyor selleri
Bir of etmek ofu oftan duyulmak
İşte budur sana çeken kulları

Kız anladık anladık sende de iş yok
Sökmek için kederi ustaca bir giriş yok

Üzüntülü

Bir kanarya kuşum var,
Halime bakmayarak
Ötüyor şakrak şakrak
Ne talihsiz başım var.

.

Behçet Necatigil

Üzerine

Yazgı üzerine çok şey yazıldı
Kağıt üzerine yazıldı.
Sarkan gerdan, kırışık yüz
Buruşuk kaplumbağa eller
Titrek harflerle yazıldı,
Üzerine yazıldı.

Ağıt taşlar altında
Otlarla da yazıldı,
Sonrası ruzigarın
Ondan neler aldığı.

.

Behçet Necatigil

Üşürken

Birini düşünmek
Ne yapar şimdi
Camdan bakarak
Savrulan karları düşünmek.

Son ne zamandı
Oldu mu o kadar
Bir garda trenler
Gidince kalanları düşünmek.

Neler söylemişti
Dünya, saklama
Bir karışık utanç
Olanları düşünmek.

.

Behçet Necatigil

.

Üstün Esre

Öldü
Gömüldü
İçmeye gittik
Evlere dönüldü.

Çoktu dostları
Gelmedi çoğu
Yaşlıydı o yüzden
Sağcıydı onun için
Solcu ondan ötürü.

Gömüldü
Tanrının rahmeti
Üzerimize olsun
Hayat ölüm götürü.


Behçet Necatig

Üç Beş Damla Denize

Üç beş damla sepken.
Gel geç gül, gayrı yerler görmek,
Özge sefalar sürmek - -
Gizli şahdamara ezelden
Bağlantıdır her şey.

Ey esirci, onlara göster ki
Can kuşu bir küçük cariye
Tıp tıp eder yüreği:
Dünya cadusu pencerede - -
Tutsak görüntüdür her şey.

Türlü taze yemiş dallar
Kime ne tam - - uzanır el:
Boşalmış, kabuk.
Çokluk o bile değil, minik fosil
Raslantıdır her şey.

.

Behçet Necatigil

Uzatmak

Sürekli kampana, siste gemi
Bizler, sizler içinde.
Bir Davud avazesi
Kof sesler içinde.

Yakasında bir sevda lekesi
Kalbimi temizliyorum.
Kopsa avize, düşse, kırılsa
Şişede benzin.

Ağzımda sigara, parlasa
Yalnızım, yangın, yansam
Kim anlar sevinç mi, korku mu
Kavrulmuş yüzümdeki anlam.

Bilinmez yaşadığım
Bu kadar uzatmasam.

.

Behçet Necatigil

Uzak Kapı

Uzak Kapı

Bir yanıma yatarsam bir kulak üstüne
Gelen ses - -
Sırt üstü yatarsam ikisi tetikte
Gelen ses - -
Hava kara çalıyor, çalınmıyor kapı
Yüz üstü beklersem gelen ses - -
Hangi ses!

.

Behçet Necatigil

Uygarlık Raporu

Havasız silolar uygarlık
Bakımsız çürüyen buğday ben,
Kurtlanmış dökülüyorum
Beton silindirlerden.

Deterjan, naylon, yıka, giy
Tıkanır gözenekler, kurdeşen.
Sapar dereler yollarını
Sentetik leşlerinden.

Bu artıklar ne artık, kusar toprak
Plastik kaplar, bidonlar, asit.
Ölü balık, yoz ağaç, çevre kirlenmeleri
Baygın soluklar, bitkin gel git.

Sebzeler, bitkiler, tahıllar toz
Bir sahte simya çorbamda
Meyvalar, yemişler hışır, tatsız
Püskürtük ilaçlar soframda.

Etler etlikten çıkıyor
Bir çiriş kabı aç çanağım.
İçim dışım kir pas
Hangi kurnalarda arınacağım?

Aldatmaca ambalaj ve kaç kez
Donmuş, kaynamış posa konserve?
Bu halsizlik, bozuk sinir, sindirim
Ki nasıl düzelir, hangi has besinlerle?

Çökerttin doğayı, beni de fırlat
Uzaya mı, boşluğa mı ve sonra
Başlasın buzul çağı, çevren
Fosil, taş, çimento yığınlarında.

.

Behçet Necatigil

Unutmak

Böyle kalacak
Sahipsiz, açık
Örtmeye üstünü
Vaktimiz olmayacak.

Düşünmek bile suç
Gibi uzak yakınları
İçlerinde yaşar mı
Bilgimiz olmayacak.

Yıllarca beraber
Yalnız saatlerde
Olsun hatırlanmaz mı
Cevapsız kalacak.

Kopmuş bağlar
Sonunda öyle ki
Neyimizdi kimdi
Kimsemiz olmayacak.

.

Behçet Necatigil

Umma

Sizi kötü tanıtırlar
Bir gün tanışırsınız
Önlemeye kalkmadınız
Anlarlar.

Sıcak tutan soğuklarda
Bir eski yün fanila
Silahınız kışlara - -
Anlarlar.

Yazmak neyi, ne kadar
Kim neyi tam karşılar
Yaza umma!

Olmadık yerde
Ölmemizle kalırız
Fazla umma!

.

Behçet Necatigil

Uğrak

Şunlar ki güvende
Bir uğrağa uğrarlar
Aşk dükkanı anda
Can ile bazar olur.

Şunlar ki ellerinde
Ne dinar, ne yalvar
Kalp akçe - - isterler
Bir güzel azar olur.

Şunlar ki kuytusunda
Binanın sorulsa
Kim var, ne gördün
Sessizlik mezar olur.

Şunlar ki evvel
Sağlam sallar
Ölü denizlerde
Çerçöp benzer olur.

.

Behçet Necatigil

Türkiye Atlası

Kimi dev yatırım, özel sektör
Kimi dağ köylerinde çerçi olduğu.
Yükselir bir yapı gökdelen binlerin
Onda bir görülmez harcı olduğu.

Koltuk altında haç kimiler
Varmadan bir kutba, geçmeden bir çölü
Çoklayın, düzen kocalarının
Ne de kolay hacı, hancı olduğu.

Ve çiler yazarlar, makara çekerler
Binlerin o birlere borcu olduğu.

.

Behçet Necatigil

.

Testi

Belki ancak akasya ağaçları
Çıktınızsa yok park,
Birleşik kapları ömrün
Tek hüzün çizgisinde.

Bakın defterlerinize
Sararmış bir yaprak
Koparmaya kalksanız
Çatırdar bir ağaç.

Birleşik kapları ömrün
Anlatır bütünü bir parça,
Dolu testi yerinde
Boş da olsa.

.

Behçet Necatigil

.

Ters Yorum

Evler hangi karanlıkta
İçten yanar ışıkları?

Volt 110,220
Kaçar mumluk ampuller
İdare lambaları
Çocukluğu geçirdik.

Aydınlığın aldığı
Ne kadar mutluyduk.

.

Behçet Necatigil

Termit

Ben bugüne kaç kere - -
Bıkmışım ölümlerden, ölmeyin benden önce.
Düşman dost, bir yüzü unutmak
O yüzden görmeyince.

Cansız tüneklerde muhabbet kuşları
Suskun oda, solgun cicimlerden
Kurumuş öpüşler sarmaşık güllerine
Yağan toz toprak, bir rüzgar esince.

Sevecen gönül kuşum geri dön
İnsanın sevmesi kaç yüz ölçümünde
Çarptığın pancur kılıçtan keskin
Düşman dost bir gün bir şey geçince.

Son ucu bir labirent
Çekişmeler uyuşmalar iyi kötü
İşte oturuyoruz
Gitmeyin benden önce.

.

Behçet Necatigil

Tempora Mutantur

Baktım seneler kuş gibi uçuyor,
Baktım sonum bir avuç toprak - -
Sevdim gençlik icabı
Ağaca bağlandı yaprak.

Ey dost, rüyamı hayra yor,
Çok görme Behçet'ine!
Kapıldım lezzetine,
Ey aşk, iki cihanda aziz ol!

Elveda tahsil gecelerinin kara bahtı,
Bütün kitaplar kapandı!
Lodos rüzgarı es esebildiğine,
Dinmesin gönlümdeki çalkantı!

Mecnun da beyabana
Bu yollardan gitmişti.
Ben artık eskisi gibi değilim,
Devran değişti.

.

Behçet Necatigil

Şiir Döllemesi

Öylesine olmalı ki değinme
Döllemeli, yetmez orgasmus.
Embriyon ve dölüt
Başlamalı büyümeye beyinde.

Gevşemeden az sonra kollar
Bir şeyler eklemeli verdiğine.
Değer miydi yoksa bunca bekleme
Ellenmemiş organlardan elleri
Bir okşayış gibi gelip geçecekse.

Bütün diri spermalar, şiirler
Kalsın yerli yerinde
Tavlı topraklara değil de
Kuru tahtalara düşecekse.

.

Behçet Necatigil

Temmuz Tikleri

Yanda, altta, üsttekiler
Yirmi yedi daire apartman
Yatmış sanki ölüm uykusuna
Donmuş zaman.

Çıt yok
Eriyen camlardan
Kavrulmuş perdelerde
En ufak bir kıpırtı.

Ne sokaktan geçen taşıt,
Su saatlerinde tıkırtı - -
Ne kapı önündeki ağaçta
Kuş sesleri.

Onca çocuk hiçbiri - -
İnsan loş bir odada çok eski
Bir uykuya yatsa da
Gergin saat, uyunmaz.

Temizlik

Çekilir sağa sola
Koltuk, masa, etajer
Hemen herkes ayakta.

İner çıkar bir fırça
Süpürge, toz bezleri
Boya, badana, cila.

Birikmiş kirliler
Çamaşır
Hemen herkes ayakta.

Gider, yatışır telaş
Bakar yorgun kalanlar
Duvarlara, camlara.

.

Behçet Necatigil

Teleks

Biten yokuşta
Başlayan düzlük,
Bellekte kalanlar
Unutulmuş olsa

Kent dışı bir yerde
Telefonsuz bir yerde
Bir telefon çalar da
Sesler duyulursa

Yaşantı yatakları
Boşalmış topraklar
Tekrar kazdığında
Gene bir şey yoksa.

.

Behçet Necatigil

Tatil

Ayrılmalar birer kaçış gibidir
Alışmış bir kedi varsa
Kedi yokken gitmeli
Ya da bizden bıktığını
Bilmeli, gitmeli

.

Behçet Necatigil

Tat

Önce fena sarsar
Döner dünya - - başınız mı
Sonra geçer
Üstünde durmayın!

Adı neydi o ilkin
İçtiğinizin,
Bunlar gene o mudur
Oralı olmayın!

Ya yorgun gün boyu
Dalmışken işinize,
Ya dalgın ikindi
Dönerken işinizden.

Bir köşeyi dönünce
Uzatılır size dolu,
Uzanır eliniz
Bilmeyin!

Yeter ki bir bulut
Gölgesi üstünüzde
Uzansın çölünüz,
Sevilin sevilmeyin!

.

Behçet Necatigil

Taşlı Yol

Aşklar, dostluklar, bir arada olmalar
Hangi birine yetiş, geçtim, öderim.
Eşler, çocuklar, ölmüşlerin yakınları
Sonradan katılanlar, kaçtım, öderim.

Çığlık ve kısık çağrı
Kimi mi çağırdım, bilsem söylerim.
Gün gelir, bırakır, başlar yalnızlık
Ne için, kimdi, bilsem söylerim.

Yaşlanmak, gözyaşları olmadık hüzünlerde
Sızar, görürsünüz çoğunuz
Kıyı köşe, durmayın üzerinde
Gördünüz mü giderim.

Ne yaptım ben size
Bana siz ne yaptınız taşlamak dışında
Zaten taşlı yolumu
Ki bu kadar acı verir, söylerim.

Tanış Yapılar

Gidecek ilk gençlikte
Çalmak istediğin kapı zilleri
Denk getirip bindiğin taşıtlar
Ters yönlerde akşam üzerleri
Akıldan silinir mi?

Kaldı gerilerde yılların
Tanış yapıları yabancı
Soğuk arttı acı kendine
Kapılar çoktan kapandı
Hele şimdi girilir mi?

Az mı geçtin önlerinden
Yaşadın içlerinde
Yanlış yolun karanlık
O zaman bilindi mi
Hele şimdi bilinir mi?

.

Behçet Necatigil

Tahta, Kürsü ve Çocuklar

Tahta sınıfa karşı
Kürsü tahtanın yanında
Sınıfta otuz çocuk vardı.

Tahtanın önünde silgi
Üç dört tebeşir
Öğretmen içeri girdi
İlk ders cebir.

Tahta tahtadır ama
İnsanlardan anlayışlı
Hiç sevmediği halde
Tahta cebiri kavradı.

İkinci dersin öğretmeni
Geçti kürsüye oturdu
Tahta yan gözle ilgili
Öğrendi August Comte'u.

Üçüncü derste tahtaya
Bir öğrenci kalktı fakir
Yaz dedi öğretmen yazdı:
''Hayata neş'e güneştir
Melal içinde beşer
Çürür bizim gibi...''

Şimendifer

Ağır hastalara ayna tuttunuz mu
Ölgün buğusu bir soluğun
Gitmek rahat görünse
Eski güzellikleri.

Çöktüler neden ayna
Söyler yitik buldunuz mu
Gösterilse sarktıkları anda
Gözlerinde eski fer.

Belki duyulmaz bile
Bir teşekkür sözcüğü
Korkunç gürültülerle
Geçer gider şimendifer.

.

Behçet Necatigil

25 Haziran 2010 Cuma

Şeb-i Gam

Fuzuli gibi -
Mum olmalıydı da
Mum yakmalıydım
Gam gecesinde.

Elektrik ışığı - kabul,
Fakat çok çiy düşüyor.
Karanlıkta otursam -
Bilinen şey,
Karanlıkta keder artar.
.

Behçet Necatigil

Şayet Aşk

Şayet aşkın tohumu
Düşmüşse gönlüne
Suyunu esirgeme
Aşkın hakkını yeme
Pişman olursun ömrünce

Sana gölge verecek dallar
Fışkırır ancak gençlikten
Büyüt bu fidanı ey genç
Hazır yeşermişken

Ne demek istediğimi
Ömrünün ortalarında
Ansızın anlarsın
Alkol kana yayılınca.
.

Behçet Necatigil

Şairler

Ne gördükse iyi kötü
Ömür biter biz hâlâ
Söyleriz.

Ne varsa şu dünyada
Türlü görüntüler
Gelsek de sonuna
Söyleriz.

Bazan boş günler
Geçer birden dolunca
Söyleriz.

Ne biter
Ne kalır geçmiş kitaplarda
Ölümden sonra da
Söyleriz.
.

Behçet Necatigil

Strateji

Kim masaya serer de
Asıp ya da duvara
Bir savaş alanı harita
Çıkar nerden sayrılık
İner nerden acı
Önlemler -
Ah ne saflık!
.

Behçet Necatigil

Stadyum

Tabut tabut evler
Tutmaya
Tutuşur eller.

İsli çıraların, çağ,
Durmadan öksürttüğü
Boynu bağlı kullar
İçlerinde ölü.

Yumulur dışarı
Kısılır göz,
Ole alev
Kiriş, kum.

Kayar kopar yanar
Çarpışır takımlar, biter maç
Issız boş stadyum.
.

Behçet Necatigil

Spor

Çok şey oluyor spor yürüyor
Şaşmaz bir saat bir raket
Bir pedal geliyor
Tekerlek farkı
Yer yerinden oynuyor.

Ringde bir boksör
Kesilen soluklar
Dünya duruyor.

Milyonlara transfer kırallar
Kapanın elinde
Yelken, judo, eskrim
Bir basket uzun boy hapşırsa
Dünya biliyor.

Ligler, kupalar say say
Eşsiz bir vole, harika frikik
Bütün gazetelerde.

Haberleri dinlediniz, spor!
.

Behçet Necatigil

Soru

Bu diyardan gidemez,
Sen varsın.
Bu deveyi güdemez,
Sen olsan ne yaparsın,
Güzel kız?
.

Behçet Necatigil

Solgun Bir Gül Dokununca

Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Sokaktan Gelmek

Sokağa mı çıkıyorsun, dikkat et
Emanet ol Tanrıya,
Sokak demek
Eksilmek yarı yarıya.

Odalara kapanıp oturdunuz
İçinize evin serin sessizliği doldu.
Koruyucu duvarlara borçlusunuz
Çevrenizde dalgalanan dostluğu.

Bir sokağa çıkmayın bozulur bunca büyü
Yavan gelir ev size,
Hayatınız kuytu ve küflü,
Sokaklarsa aydınlık, taze.

Ayartıcısı caddelerin eseri
Zalim gelişleriniz,
Evde size uzanacak elleri
İtmek istersiniz.

Haince sokaktan dönüşünüz
Sisli, karda...
Çünkü başka yaşayışlar gördünüz
Dışarda.

Sokağa çıkarken dikkat
Sokaklarda esen rüzgar çünkü.
Rüzgarlarla eve dönmek saçma,
Ev dar çünkü.
.

Behçet Necatigil

Sofra

İner kepenk
Susmak, içki, gürültü
Korur yangın duvarı
Birinden biri.

Isınırken tam bir buzun
Uzağa sürdüğü
Yüz göz pas, hüzün, yas
Bulduğunuz birinden biri.

Geldik atmaya bir yükü
Karşımız yanımız - - sırtlanırız
Susmak, içki, gürültü
Birinden biri.
.

Behçet Necatigil

Sisler İçinde İnsanlar

Bir büyük kır bu dünya:
Gece vakti ıssız kır cin peri.
Bir baş uzanır gibi karanlıktan,
Gün ortası biri selam verip geçer,
Düşünürüm kimdi.

Tenha sokaklarda giderken yalnız,
Durdurur bir başkası beni dalgınlığımda;
Sallanır iki el, anlatır bir ağız,
Kırık dökük sözler kalır akılmda:
- Görüşelim, siz şimdi nerdesiniz?

Sisler içinde insanlar, çoğu yakınken uzak;
Bir yerden tanıyorum, ama nerden?
Ardından bakarım, köşeyi döndü mü yok:
Bir yarım rüzgar değer gider yüzüme
Eski bahçelerden.

Uykuların eşiğinde aynı şey:
Yılların ötesinden biri
Sisler içinde seslenir: -Hatırla!
Gölgeler gibi erir uzatsam ellerimi,
Buğularda.

Sisler içinde insanlar, gün ortası, geceleyin;
Hangisi gerçek, hangisi düş, şaşırdım.
Daha demin vardı, şimdi birdenbire yok
Issız bir kır akşamı
Bu benim yaşadığım.
.

Behçet Necatigil

Sirk

Büyük cambazhanede ölüm numaraları
Atılır altıpatlar usta akrobatlar
Kim nereye yakınsa orası ona ufuk
Arkada batıkta seyirci sıraları
Büyük cambazhanede bir sürü çoluk çocuk
Hiçbir şey görmeden gördüm numaraları.
.

Behçet Necatigil

Sini

Şimdi önümüzde boş, çalık bir siniyse
Minimini küçük sini mercimek
Bir köşeye sindiyse
Artık merceklerde fil ya da karınca
Yoksa fark
Bahar güzeldi demek bahçelere bakarak
Ölümün mevsimiyse.
.

Behçet Necatigil

Sinanpaşa

Bir yanı bir uzun cami duvarı
Çılgın akan taşıtlar bir yanı
Caddeye inemezsin
Kalın demir parmaklık arada
Üç kişi ancak sığar
Dar geçit - -
Buradan geçeceksin!

Atmak için üstünden yorgunluğu
Biraz hava almaya
Dalgın gece uzakta
Bir ümit
Esintisi denizin.

Kim getirip bıraktı
İşte gene orada
O dar geçitte
Yapışık gibi duvara
Bir kadın iki çocuk - -
Bulandı su
Gece karanlık.

Sıralar

Söndür bir yanınla öteki yangınını
Gömül uzak işlere görünür hemen ölüm.

Taşı aşkı bas bağrına ansızın kalabalık
Tenha sokaklarda gelen giden ölüm.

Yolları sırala nasıl sıralar bir çocuk
Küçültür büyümeni öyle gizliden ölüm.
.

Behçet Necatigil

.

Sınıf Değiştirmek

Önemli mi geçmemiz
Kalalım.
Sınıfımızı seviyoruz,
Yeter ki çalışalım.

Üste - -
Burada duralım
Çıkan çıksın
Yeter ki alçalmayalım.
.

Behçet Necatigil

Sıcak Mutfak

Kan, ter, yağ - -
Birkaç çeşit:
Fırın, kuyu, kızartma
Buğu, bastı, kapama
Çengel, kağıt, kiremit.

Bir kadın ihtiyar
Ocak başında
Pişecek şimdi
Üfler odunları
Çömlek, kaynar su
İçinde çakıllar
Ağlaşır torunları.

İstakoz, sülün
Barbunya, tekir
Yürek, beyin - - onlar gibi
Korku da yenir
Çoktur yiyenleri.

Yalnız az pişirin
Sindirimi zordur
Kaldırmaz her mide
Ve ne kadar her biri
Ve neler katmalı
Yok kesin ölçü
El kararı.

Hemen yiyin
Çok da sıcak yemeyin
Soğusun daha iyi
Hem azık, hem katık
Bıktırır fazlası.

Yensin, bitsin
Kalmasın yarına
Dokunur çocuklara
Onlar hiç yemesin
Bu nokta çok önemli
Başka sofra onlara
Başka şeyler yapmalı.
.

Behçet Necatigil

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
.

Behçet Necatigil

Sevda Peşinde II

Aşık olduğumu şundan anla:
Yolda giderken
Vatman çan çalar, şoför korna.
Aklıma eski bir hikaye geldi:
Leyla ile Mecnun.

Bende bu sevda varken,
Dalgın anımda bir gün
Ölürüm yol ortasında.
Yara haber etseler bari:
Seninki çiğnendi.
.

Behçet Necatigil

Sevda Peşinde I

Ben artık bulunduğun şehirden gittim,
İnsan kuş misali.
Sen hala
O kalabalık evde olmalısın,
Gelip gidenin çok mu bari?
Üzgünüm Leyla,
Dünya hali!
.

Behçet Necatigil

Sese

Vurur tahtaya bir taşa
Kağıtlara yazar
Duyar biri
Gelir sese.

Kapıda zincir kimsiniz
İyi ki sordu
Açsa yok kimse
Bir rüzgar.

Bir düştür bir yazı yatakta
Geçer gider
Uykusuz
Geceler.
.

Behçet Necatigil

Seni Yaşamak

Seni her özlediğimde sevgilim,
Gökyüzüne bakıyorum;
Göğün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Denizlere bakıyorum.
Ufuğa bakınca mucizeni görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Kuşlara bakıyorum.
O kanatlardaki özgürlüğünü görüyorum çünkü.
Ve aşkım, seni her özlediğimde,
Adında isyan ediyorum.
Seni özlemek istemiyorum ben,
Ben seni yaşamak istiyorum,
Seni her özlediğimde sana bakmak istiyorum
Ve seni sende görmek sadece
.

Behçet Necatigil

Seni

Bugün varsın, çoklarını tanırsın
Çokları tanır seni.
Yıllarca aynı yerde - - yarın
Adını çıkaramazsın,
Onlar da unutur seni.

Hangi yaştakilerle, nerelerde ne kadar
Hangi yaşlara kadar - -
Saptar, denetler, dolunca
Açmaz yeni sayfa, dünya usanır seni.

Yaktığın birkaç mum bir süre parıltı
Verdiyse çevrene, yetsin
Bozulur görüntü
Aydınlıktan ürkenler
Zaten fazla bulur seni.

Dallar bahçendeydi, uzaklara çeken şey
Belki geciken şey
Şimdi başkasın dalar
Birden durdurur seni.
.

Behçet Necatigil

Semender

Sözlüklere kalsa
Ateşte masal hayvanı
Bir insan olmasın
Ateşler yaşam lavları.

Ejder derler aşka
Bir volkan olmasın
İyi ki yanında
İnsanın hayalleri.

Ama masal deniyor
Bir yalan olmasın
Yanmalar içinde de
Ararız masalları.
.

Behçet Necatigil

Selamet

İçecek suyum bu kadarmış,
Görecek günüm bu kadar.
Bu gemi çok durmaz bu limanda,
Yolun açık olsun!

Gidiyorsun.
Gazinosu varmış,
Denize karşı,
Beni oyalarmış
Dükkanlarıyla çarşı.

O senin kuruntun,
Oldum olası gülmediğim
Yalnızlığıma dönmeliyim;
Hangi teselliden bahsediyorsun?
.

Behçet Necatigil

Sanı

Bilmeyiş bittiğini bir şeyin
Vermiş, yozlaşmış tarla
Bizse özlü tahıllara
Yeni sürdük sanırız.

Ağırsa, yükse taşır sırtımız
Yalnız ne var, delinmiş de çuval
Arpa arpa yerlere
Döküldük sanırız.

Çoktan silinmiş adımız kartotekten
Bizse hala olmayan bir yolu
Gene epey yürüdük sanırız.
.

Behçet Necatigil

Sandılar

Geçtiler kolayca aşkları, evleri
Geçer sandılar.
Neydi mutluluk
İster sandılar.

Onlara göreydi
Çağrılmadan gittiler.
Çağrıldık, ne değişir,
Gider sandılar.

Saygı - - yakınımızdaydılar
Bildikleri halde gizlerimizi
Sormadılar (incelik) ama biz
Sorsunlar, anlatalım, bekler sandılar.

Dokundular bazıları, sustuk, saygı.
Hüznü bir gül gibi düştüğü yerden
Aldık, çekildik, herkes varken
Koklar, okşar sandılar.
.

Behçet Necatigil

Sahipsiz Gölge

Vurur yolda giderken.
Ve durgun en şen sofralarda bile.
Tantalos'un dalları gibi gece yarısı
Çekilir geriye, uykular insafsız.
Yarınlara güvenen sımsıkı giyinik
Gövdelerde eğreti
En süslü giysiler.

Çok gördüler mi sizin olsun demeyi
Aşık Paşa öğretti:
'Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada..'
Çok bunaldınız mı dilinizde bu beyit.

Hırslar da boşuna
Paralar da, kavgalar da boşuna.
'Bir hastaya vardın ise
Bir yudum su verdin ise.'
Yunuuuus, Yunus
Gece vakti ev uyur, biz soğuk-ıssız
Odalarda oturur,
Ölümler, toprak, sahipsiz gölge...
.

Behçet Necatigil

Sade

Ancak bulunduğun yerde,
Gündüzüm gündüzmüş,
Yokluğum seni de üzmüş,
Allah kısmet ederse
Kalkıp geleceğim.

Fazlası istenmez bence,
Gözlerin olmalı sade
Görüp göreceğim.
.

Behçet Necatigil

Saatler

Ne diye bulmuşlar
Dertliler biliyor
Geceler kaç saat.

İşlerdi acılar, katlanırdık
Ne sorsak, ne baksak
Saat kaç

Her şeyin acil servisi yoktur
En yakınlarla bile hemen
Kurulamaz bir ses bağlantısı.

Yavaştır uygarlık
Yollarda kapılarda taşıtlar
Kalır bekleriz.

Teknik aygıtlar
Saniye saniye
Ara saatsiz çağları.
.

Behçet Necatigil

24 Haziran 2010 Perşembe

Reçel

Yaz ayları gelmişken,
Biraz reçel kaynat
Vişne yahut çilekten.

Eylül ayrılık demektir,
Nafile kurtuluş yok
Bir gidip bir gelmekten.

Bu sefer kısmetimde
Karlı bir şehir olmalı;
Çamlıkları bulunur,
Şöyle bol manzaralı.

Üşümem merak etme
Sıcak tutar yün fanila,
Olmazsa örtünürüm
Battaniyeyi iki katlı.

O vakit o kış kıyamette
Ne kadar makbule geçer tatlı.
Kahvaltımı önüme serer,
Reçele ekmek banar, yerim.
Seni düşünür,
Kendi eliyle yapmıştı, derim.

.

Behçet Necatigil