Demirhane bacası ki
yağmurda ümitsiz ve müntekim dururdu.
Ve rüzgâr ki kendini
kaldırıp kaldırıp demirhane bacasına vururdu.
Ve siyah bir yelken gibi gece rüzgârdayken,
sahip değilken ağaçlar dallarına, kuşlar kanatlarına,
ve çekerken karanlıktan yıldırımları toprak,
insanlar ve âletler bırakıp kaldırımları derin uykulardayken
bir zemin katında bir çocuk doğdu.
Yıldızlar teker tekerdeste deste yandılar.
Yıldızlar, onun çocuk gözleri gibi aydınlık ferah veren
kerim olandılar...
Demirhane bacası
ışıyıp gülümsedi,
dedi:
- Zemin katında doğan bil ki o dur.
Rehber ve delil ki o dur.
Fikri derin, şefkati gani, gazabı yamandır,
âletsizlerin oğlu,
âletsizlere âlet verecek olandır.
O, onların içinde, onların önünde o,
matem gecesinde, kavga yerinde, bayram gününde o.
Ve o her yanından ana kucağı gibi saracaktır onları.
Ona ram olacak dört kadim unsur:
âteş ve toprak, rüzgâr ve yağmur.
Ve körler hikâyesinin son babını o, tekmil ettirecektir.
Yazacaktır insanoğlu öz kitabını
bilerek isteyerek
.
Sustu demirhane bacası.
Söküyor şafak.
.
Nazım Hikmet Ran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder