18 Eylül 2010 Cumartesi

Pervarili Bulutlar

Tenini sınar bir ustura ince ince sızar kan.
Bir tren sisleri yara yara geceyi çizer raylara.
Bir adam, kapılmış da pervarili bir buluta,
gider kendi kendine, kendi kentine;

adamı orada unutmuşlar...

Üşütürken ömrümüz rengini paslı yalnızlıklarda,
kime baksam yanlış hayatlarda hep alabora.
Sana baksam, bir Malatya kaysısı gibi unutulmuş dalında.
Her vagon bir trene kapılmak rüyasında;

vagonları orada unutmuşlar...

Her sevda yanılgıda, her menzil bir ıskarta.
Herkes bir yer açmış kendi uçurumuna…
Yaşanır mı böyle şekilsiz, böyle kimsesiz, sessiz,
böyle limansız, böyle imlâsız, yârsız;

sevgiyi sularda unutmuşlar...


Biz yenildik... Daha çok yenecekler!
Mağlup olmak artık soyluluğumuz.
Pervarili bulutlar bunu bilmeyecekler.
Böyle pusatsız, böyle şarkısız, aşksız;

beni burada unutmuşlar...

Acımamışlar... Hiç acımamışlar.
Ne bulut bırakmışlar ne çocuk,
ne bahar bırakmışlar ne yolculuk.
Bunu bildikçe üstlendim cinnetimi;

zulmü yurdumda unutmuşlar...

Sen şimdi buruşmuş ayrılıklarda,
şimdi lime lime yoksulluklarda,
kalbindeki güllerin tozunu alıyorsun.
Sen, başın dimdik geçerken acılardan,
sabrın dağlarını parçalıyorsun;

seni orada unutmuşlar...


Bizi ter içinde ayrılıklarda, bizi düzenbaz şarkılarda,
bizi günlerin çökmüş avurtlarında, sökülmüş uykularda.
Trenler sisleri yara yara geceyi çizerken raylara,
ilkyazların kapısında bizi kar boranlarda,
unutmuşlar...

Böyle limansız, böyle imlâsız, yârsız,
böyle zulasız, böyle şarkısız, sazsız;
seni orada, beni burada!
Öyle hasret bir dokunuşa…
Unutmuşlar... Unutmuşlar!

Bu şehirlerin rezil uğultusunda,
biz yenildik...Daha çok yenecekler.
Mağlup olmak artık soyluluğumuz.
Pervarili bulutlar bunu bilmeyecekler.
Pervarili bulutlar bunu bilmeyecekler...
.

Yılmaz Odabaşı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder