4 Ekim 2010 Pazartesi

Sakın Terk-i Edebten

Sakın terk-i edebten kuy-ı Mahbub-i Huda'dır bu
Nazargah-i ilahidir, Makam-ı Mustafadır bu


Felekde mah-i nev, Babüsselem'ın sine çakıdır
Bunun kandili Cevza, matla-i ziyadır


Habib-i Kibriya'nın habgahıdır fazilette
Teveffuk-i kerde-i Arş-ı Cenab-ı Kibriyadır bu.


Bu hakin pertevinden oldu deycur-i adem zail
Amadan açdı mevcudat düş çeşmin tutiyadır bu.


Murâât-ı edep şartıyla gir Nabi bu dergaha
Metaf-ı Kudsiyandır cilvegah-ı enbiyadır bu

NÂBÎ

Açıklaması

30 Eylül 2010 Perşembe

Yeter ki İstesin

Yeter ki istesin cenabı Allah!
İsterse herşeyi hoşa döndürür.
Keremine şükür elhamdülillah...
Toprağı rızk yapar aşa döndürür,

İsterse ateşi gonca gül eyler
İsterse ahrazı bir bülbül eyler
İsterse deryayı kızgın çöl eyler
Çölleri deryaya yaşa döndürür.

Yok

Bu dava tertemiz bu dava tektir,
Bu davada leke, benek olmak yok.
Ülkücü dediğin çelik demektir,
Uzamak, kısalmak sünek olmak yok.

Neşemiz, tasamız kederimiz bir,
Biz Nesl-i Asım'ız kaderimiz bir,
Teşkilat, doktrin liderimiz bir,
Kıvırmak, yamulmak, dönek olmak yok.

Yuh!

Haydin hep bir ağızdan,
Yılana yuh çekelim.
Sağ görünüp sol sazdan,
çalana yuh çekelim.

Bizdik dün vururlan,
Al bayrağa sarılan,
Bize karşı kurulan,
Pilana yuh çekelim.

Yurtta Sulh Cihanda Sulh

Eh ne yapak hemşerim?
Yurtda sulh, Cihanda sulh!
Bulgar mı? Allah kerim.
Yurtda sulh, Cihanda sulh!

Aman ha aman aman,
Hiç boşuna ağlaman,
Bize umut bağlaman,
Yurtda sulh, Cihanda sulh!

Zamandır

Bahar geldi şimdi bizim ellere,
Kuzuların melediği zamandır.
Gelinciğin tarlaları her yerde,
Al irenge belediği zamandır.

Boz serçeler cıvıl cıvıl dilleşir,
Bülbül yine gülü ile halleşir.
Güneş vurur kar suları selleşir.
Dağı, taşı suladığı zamandır.

Göç zamanı şimdi Kazıkbeli`nin,
Sis basınca hükmü kalkar yolunun,
Sarıyar`dan esen duman yelinin,
Bacaları yaladığı zamandır.

Dikilmiştir çayırların koruğu,
Çekilmiştir bostanların karığı,
Çobanların gün doğmadan çarığı,
Dize kadar doladığı zamandır.

Kim dinlese kavaldaki gaydayı,
Hemen anlar çobandaki sevdayı,
Gelinlerin kıştan kalma buğdayı,
Yeni baştan elediği zamandır.

Zelzelenin Söylettiği

Hikmetinden sual olmaz Yârabbim,
Affına sığındım bak peşin peşin,
Zelzeleyi çankaya`ya versene,
Erzurum`la, Horasan`la ne işin.

.

Ozan Arif

Zindeyiz

Yaradan`a çok şükür,
Çelik gibi zindeyiz.
Bilevlendik Başbuğ`um,
Pür dikkat izindeyiz.

.

Ozan Arif

Yeter Artık

Yeter be! Üstüme çok gitmesinler,
Ülkücülük haddi aşmak değildir.
Bana ülkücülük öğretmesinler,
Ülkücülük yoldan şaşmak değildir.

Ülkücü kavrulur her nefesinde
Ocak ateşinde ocak isinde
Sistemin düdüklü tenceresinde
'Kelle paça' gibi pişmek değildir.

Merkezmiz herkesmiş bilmem ne derken
Erken unuttular Türkeş'i erken
Ülkücülük 'ülkü' elden giderken
Hoplayıp zıplayıp çoşmak değildir.

Yemin

Yeminimde durmazsam
Gök girsin kızıl çıksın.
Bir gün hesap sormazsam
Gök girsin kızıl çıksın.

Eğer kinsiz solursam,
Fırsatını bulursam,
Merhametli olursam
Gök girsin kızıl çıksın.

Kül onlara köz mene,
Yakışalım Özmen’e
Ver gardaşım söz mene
Gök girsin kızıl çıksın.

Şehit Dursun verdi can
Unutursan nara yan,
Almaz ise kana kan
Gök girsin kızıl çıksın.

Ozan Arif der dille,
Bir Yusuf’a bin kelle
Almazsan iyi belle
Gök girsin kızıl çıksın.

.

Ozan Arif

Yazıklar Olsun

Zulümle geçemez gemi denizi,
Batırmazsak bize yazıklar olsun.
Suçsuz yattığımız zindanda sizi,
Yatırmazsak bize yazıklar olsun.

Zaman gebe saat o yüzden sancır
Bu imanı zaptedemez bu zincir.
Hepinizin ocağında bir incir
Bitirmezsek bize yazıklar olsun.

Arif der ki unutmayın şunları
Unutmayın yaktığınız canları
Fitil fitil burnunuzdan bunları
Getirmezsek bize yazıklar olsun.

.

Ozan Arif

Yazık Olur Vatana

Meydan sizin...Onun bunun sözünü,
Duyarsanız yazık olur vatana.
Kuru lafla memleketin gözünü
Boyarsanız yazık olur vatana.

Eğilin milletten yükselen sese
Mavi boncuk dağıtmayın herkese
Hoşgörü bezinden takım elbise
Giyerseniz yazık olur vatana.

Yalan Değil

Vah zavallı Türkiye'm!
Soluyor yalan değil.
Başa geçen onu yem
Biliyor yalan değil.

Ne yol aldık ne menzil
Bugün dünden de rezil
Halkın karnı yine zil
Çalıyor yalan değil.

Kuran kurmuş ağını
Uzatmış ayağını
Bal tutup parmağını
Yalıyor yalan değil.

Yaşasın Cumhuriyet

Altmışbirinci yılı
Yaşasın Cumhuriyet
Biz de çalak kavalı
Yaşasın Cumhuriyet

Altmışbir yıl övdüğüm
Davulunu dövdüğüm
Hay gözünü sevdiğim
Yaşasın Cumhuriyet!

Vesselam

Ben böyle bilmezdim bu bizim yurdu
Bambaşka bir hali varmış vesselam!
Vay anam vay,nelerini doyurdu
Bol kaymağı balı varmış vesselam!

Başa geçen doğru dürüst olmadı
De ki bana şu geldi de çalmadı
Testisini doldurmayan kalmadı
Kurumayan gölü varmış vesselam!

Kimi geldi sunta ile götürdü
Kimi geldi çanta ile götürdü
Her biri bir avantayla götürdü
Gani para,pulu varmış vesselam!

Mayısına Eylülüne Mart'ına
Güvendik de dindi mi ki fırtına
İçten dıştan hep bindiler sırtına
Bükülmeyen beli varmış vesselam!

Vergi Bağlandı

Ağlamak sızlamak nafile beyler,
Yorgana, döşeğe vergi bağlandı.
İnliyor şehirler, kazalar, köyler,
Buğdaya, başağa vergi bağlandı.

Bülbül gibi susmak için dut yerdik,
Koyun besler, kuzu besler süt yerdik,
Ara sıra av yapardık et yerdik
Baruta, fişeğe vergi bağlandı.

Berberin bakkalın koptu damarı
Esnaf duman oldu yedi şamarı
Sık diyorlar, yok ki sıkak kemeri,
Kemere, kuşağa vergi bağlandı.

Bankerler topladı bankada para
Zengin yine zengin, fakirde yara.
İneğe öküze, mala davara,
Tokluya, şişeğe vergi bağlandı.

Ver Elini

Kim olursan ol gardaş
Ver elini, ver bana.
Bizde sevgi bol gardaş,
Ver elini, ver bana

Sevgi bizi yoğurur
Bir olmaya çağırır
Birlik kuvvet doğurur
Ver elini ver bana.

Ecdadını, atanı,
Şehit olup yatanı
Seviyorsan vatanı
Ver elini, ver bana.

Şen Olsun Kurultayın

Onsekiz mayıs bugün, hele bak sen, bak hele...
Bugün burda maaşallah, inananlar elele,
Bu yedinci kurultay, Allah`ın izni ile,
Dokuzyüzdoksandokuz, bin olsun kurultayın,
Şen olsun ülküdaşım, şen olsun kurultayın.

Birliğini hiç bir şey bölmesin, bölemesin,
Allah`ım yardım etsin, sırtın yere gelmesin,
Ben bin dedim, velâkin binde bile kalmasın,
Kıyamete kadar her an olsun kurultayın,
Şen olsun ülküdaşım, şen olsun kurultayın.

Ve 8 Haziran'da Geçti

Ne şahit, ne ispat, ne delil gerek,
Apaçık ortada yönünüz sizin.
Hain değilseniz gafil olarak.
Tarihe geçecek ününüz sizin.

Dipçiğin rüzgarı tam tepemizde,
Gazete yazamaz, hürlük var söz de!
Televizyon sizde, radyo sizde,
Konuşun ağalar gününüz sizin.

İşiniz sadece bizi yormaktır,
Adalet değil de, denge kurmaktır.
'Sol'`u göstermektir, 'sağ'`a vurmaktır,
Budur hüneriniz, feniniz sizin.

Vatanımı Özledim.

Sorma gardaş derdimi,
Vatanımı özledim.
Adım adım yurdumu
Vatanımı özledim.

Çekmeyen bilmez hey hey,
Yurt hasreti kötü şey,
Şehir şehir kaza köy
Vatanımı özledim.

Muşlu hasrettir Muş'a
Maraşlılar Maraş'a
Ben ise baştan başa
Vatanımı özledim.

Bahçesini bağını,
Dalını yaprağını
Taşını toprağını
Vatanımı özledim.

Ülkücü Derler Bize

Aslımız Oguz aslı,
Ülkücü derler bize.
Neslimiz Âsım nesli,
Ülkücü derler bize.

Cihandır eşiğimiz,
Ocaktır beşiğimiz,
Dokuzdur ışığımız,
Ülkücü derler bize.

İmanın kölesiyiz,
Küfürün belasıyız,
Türk-İslam kalesiyiz,
Ülkücü derler bize.

Vatana kanat gerdik,
Uğrunda neler gördük,
Dörtbin de şehit verdik,
Ülkücü derler bize.

Zindanlar şükrümüzdür,
Çilemiz zikrimizdir,
Partimiz fikrimizdir,
Ülkücü derler bize.

Üşürüz

Zincir soğuk, zindan yaş,
Belki biraz üşürüz.
Hele başım zindandan,
Çıksında görüşürüz.

.

Ozan Arif

Üç Bela

Üç belâ var bu dünyanın başında!
Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl çin.
Üçü birden fitne-fesat peşinde,
Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl çin.

Biri dünki velet, tarihi hiçtir,
Biri 'Moskof', biri 'Ecüc-Mecüc'`tür
Karınları tokya, ruhları açtır,
Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl çin.

Unutmam

Unuttu mu sanıyorsun unuttu?
Unutamam, unutamam unutmam!
Unutmamak beni hayatta tuttu,
Unutamam, unutamam unutmam

Kinin yeri yoktu benim gönlümde,
Böyle oldu isem kabahat kimde?
Istesemde artik değil elimde
Unutamam, unutamam unutmam.

Anlasanda usul usul anlatsam,
Sana bir ülkücü nesil anlatsam
Nereden başlasam, nasıl anlatsam
Unutamam, unutamam unutmam.

Ruhî Kiliçkiran ilk göz agrimiz,
Sonra Özmeni'miz, İmamoğlu'muz,
Önkuzu'muz derken yandı bagrımız.
Unutamam, unutamam unutmam.

Tevellüd

Tevellüt; kırkdokuz, adım Ârif'tir,
Soyadım kütükte Şirin bilinir.
Giresun, Alucra, Hapu köyünden,
Soyumu sopumu sorun bilinir.

Ozan diye tanır tanıyan beni,
Gönlümde yaşatmam garezi, kini,
Velâkin memleket, millet haini
Olanlarla aram serin bilinir.

Siz sanmayın el vurdu bana.
Öpmeye kalktığım el vurdu bana.
Bülbül idim bülbül, gül vurdu bana,
O yüzden dertlerim derin bilinir.

Hakkımda istenilen ceza çok benim,
Ipe de çekseler, korkum yok benim.
Allah'a çok sükür alnım ak benim.
Bekleyin...Sabredin...Durun bilinir.

Ben Ârif''im, baba bildim devleti.
Benim işim uyandırmak milleti.
Söyledigim bu destanın kiymeti,
Bugün bilinmezse yarın bilinir.

.

Ozan Arif

ŞEREFSİZLER

Bizi mahkum etmekti,
Derdiniz şerefsizler.
Ve nihayet murada,
Erdiniz şerefsizler.

Bağırsam neye yarar,
Çağırsam neye yarar,
Tam kahpece bir karar,
Verdiniz şerefsizler.

Şaşırmadım ben buna,
Kına yakının kına.
Mazlumların kanına,
Girdiniz şerefsizler.

Eh, .. Sırayı savdık biz,
Siz düşünün artık siz!
Hukuku katlettiniz,
Kırdınız şerefsizler.

Arif derki; çıktı ok,
Bundan sonra insaf yok,
Adalete resmen b...,
Sürdünüz şerefsizler.

.

Ozan Arif

Tadı Yok

Benim için artık yalan dünyada
Ekmeğin tadı yok aşın tadı yok.
Alparslan Türkeşsiz kalan dünyada
Baharın tadı yok kışın tadı tok.

Onun sağlığında gezerken yurdu
Yüreğim bambaşka şevkle vururdu
O şevki içime o doldururdu
O gitti toprağın taşın tadı yok.

Yok çünkü yerinden oynamış taşlar,
Vefa yok haksızlık çok arkadaşlar
Kuru olmadan da yanıyor yaşlar
Kurunun tadı yok yaşın tadı yok.

O gitti gideli yollar bir tuhaf
Fikirler bir tuhaf diller bir tuhaf
Edirne’den Van’a iller bir tuhaf
Muğla’nın tadı yok Muş’un tadı yok.

Yok gardaş yok artık her yere git bak
Ayaklar baş olmuş başlar da ayak
Konuşursan ihraç, susarsan dayak
Ayağın tadı yok başın tadı yok.

Baskın yemiş gibi yiğitler baskın
Kimi ele kimi bahtına küskün.
Bıçaklar açmıyor ağızlar suskun
Ağızın tadı yok dişin tadı yok.
Yaraladı beni yaran dediğim
Unutuldu rehber Ku’ran dediğim
Hatta ‘Kızıl Elma’ ‘Turan’ dediğim
Hayalin tadı yok düşün tadı yok.

O Türkmen Başbuğ’u olunca mezar
Pazar yeri oldu sevdamız pazar
Yek pare iktidar olsak ne yazar
Dünyayı tuş etsek tuşun tadı yok.

Hesaplar ortaya serilmedikçe
Ve işler ehline verilmedikçe
Bozkurtlar yeniden dirilmedikçe
Arif için artık işin tadı yok.

.

Ozan Arif

Zaman

Çayda akan su gibi , çölde esen yel gibi
İşte bir günü daha kayboldu ömrümün.
Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem.
Biri geçip giden gün biri gelecek gün.

.

Ömer Hayyam

Yürek

Bir yürekki yanmaz yürek denir mi ona
Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana
Bir gününü sevgisiz geçirdinse yazık
En boş geçen günün o gündür inan bana

.

Ömer Hayyam

Yoğrulurken Çamurum

Yoğrulurken çamurum, sence de belliydi özüm,
Ne günah isleyeceksem biliyordun onu tüm,
Yargin olmazsa eger, isleyemez kimse sucu,
Neden öyleyse kiyamette yakarsin a gözüm!

.

Ömer Hayyam

Yaşamak Macerası

Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk;
Düşle gerçeğin arası bir tek soluk.
Aldığın her soluğun değerini bil
Bütün yaşamak macerası bir tek soluk.

.

Ömer Hayyam

Yaşam Düşüncesini Altmıştan Öte Atma

yaşam düşüncesini altmıştan öte atma
nereye adım atsan sarhoş olmaksızın atma
şimdi daha kafatasından bir tas yapılmamışken
sen testiyi sırtından kadehi elinden atma

.

Ömer Hayyam

Vız Gelecek

Önce aynalar terketti
Sonra başında uçan kavak yelleri
sevgiyle dolu olsun ağzına dek.
Bizim deftere adın hele bir yazılsın, kardeş,
o zaman cennet de vız gelecek sana,
göreceksin cehennem de vız gelecek.

.

Ömer Hayyam

Var mı Dünyada Günah İşlemeyen

Kim senin yasanı çiğnemedi ki söyle?
Günahsız bir ömrün tadı ne ki söyle
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen sen
sen ile ben arasında ne fark kalır ki söyle

.

Ömer Hayyam

.

Uğrunda Dertlere Düştüğüm

Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili
Bir başkasına tutulmuş o da dertli
Derdimin dermanı kendi derdinde
Hekim hasta olunca kime gitmeli?

.

Ömer Hayyam

Tuttu Bu Ak Saçımla

Tuttu bu ak sacimla beni sevdanin tuzagi;
Yoksa simdi ben nerede, nerde sarap bardagi?
Sabir bir gömlek dikti, onu da zaman yirtti!
Akil bir tövbe verdi; bozdu yarin dudagi!

.

Ömer Hayyam

Tövbeler Tövbesi

Hergün tövbe eder bozarız biz,
Şanı, şerefi boşarız biz.
Kusur işlersek ayıplamayın,
Serhoş doğduk, serhoş yaşarız biz.

.

Ömer Hayyam

Şarab

Geç gençliğimin en güzel günleri
Unutmak için içerim şarabı
Acı mı? öylesi gider hoşuma
Bu acılıktır ömrümün tadı

.

Ömer Hayyam

Sevgiyle

Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin cehennemin üstündesin.

Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka
Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye!
Bir şey daha var, bütün yaptıklarından başka.

.

Ömer Hayyam

29 Eylül 2010 Çarşamba

Yağmur

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

.

Nurullah Genç

Uyan Artık Yiğidim

Istırâbdır yiğidim azığımız, hicrandır
Mirasımız mahkûmdur, mahzundur, perişandır
Gene de ye’se düşme yiğidim; imtihandır
Filizlenen her ölüm, mazlumlara nişandır

,
Ne gönüllerde sevinç, ruhlarda beyaz kaldı
Ufka bir bak, ilerle; inkılâba az kaldı.


Ülkemden hatırıma hep sefiller geliyor
Bin yüzlü Ebrehe’ ler, kara filler geliyor
Şimdi devran değişti; ebâbiller geliyor
İbrahim bahçesinden taze güller geliyor

Âlemde, duyulacak kutlu bir âvaz kaldı
Ufka bir bak yiğidim; inkılâba az kaldı.

Çöküyor sırtımızda yükselen vahşi duvar
Heykeller kırılıyor; dökülüyor mumyalar
Toprağın sinesinde umut var, heyecan var
Okşadığın her kökten fışkırıyor bir bahar.


Buzlar çözüldü; kıştan kuru bir ayaz kaldı
Ufka bir bak yiğidim; inkılâba az kaldı.


Gözlerin âyet âyet büyüyen bir bebektir
Ellerin sokaklarda uçuşan kelebektir
Sana rehberlik eden ne cindir, ne melektir
O bir İnsan-ı Kâmil, mücella bir dilektir


O’ ndan bize ebedi sürecek bir haz kaldı
Ufka bir bak yiğidim; inkılaba az kaldı.


Bulanık akan sular durulacak yeniden
Gökyüzüne direkler vurulacak yeniden
Saâdet menziline varılacak yeniden
Çağlar üstü bir nizam kurulacak yeniden


Cehaletin elinde lanetli bir saz kaldı
Ufka bir bak yiğidim; inkılâba az kaldı.


Bu kan kokan coğrafya, bu çığlıklar senindir
Bu gözü yaşlı târih, hıçkırıklar senindir
Yeryüzünde çiğnenen bütün haklar senindir
Prangalı hükümler, aydınlıklar senindir.


Yıllardır, uygarlıktan sana hep enkaz kaldı
Ufka bir bak yiğidin, inkılâba az kaldı.


Tasalanma yiğidim; zaman bizden yanadır
Külümüzden yükselen duman bizden yanadır
Son durak, son ilahi ferman bizden yanadır
Dünya düşman olsa da, iman bizden yanadır


Kapıları açacak çoşkun bin niyaz kaldı
Ufka bir bak yiğidim, inkılâba az kaldı


Mahzenlerde beklemek ziyan artık, yiğidim
Fecr-i sâdık vaktidir; uyan artık yiğidim
Ateşlere girsen de, dayan artık yiğidim
Hakikate dönüyor rüyan artık, yiğidim


Zalimler için karar verildi; infaz kaldı
Ufka bir bak yiğidim, inkılâba az kaldı.

.

Nurullah Genç

Yaklaş

Yaklaş; orda bir tohum çatlatıyor gölgeni
Yaklaş ki, pervaneler görmüş rüyada seni
Yaklaş; yasak meyvenin çürüdüğü daldayım
Yaklaş; denize kırgın deli bir kumsaldayım
Yaklaş; mağrur savaşçı sadağında ölmeden
Yaklaş; nûn ülkesini kaf ikiye bölmeden
Yaklaş ki; nağmeleri kan tutuyor şarkının
Yaklaş; viran olmasın minnet burcu korkunun
Yaklaş; siyah köprüye ağıt yakan kediler
Yaklaş ki, göğe giden yolları görmediler
Yaklaş ıssız köşenin en vefalı yerine
Yaklaş henüz gelmeyen bir günün mahşerine
Kararmayan gündüzün kalbinde sûra yaklaş
Kır bütün zincirleri ey hayal, nûra yaklaş

.

Nurullah Genç

Yürüyelim Seninle İstanbul'da

Kırmızıyı sevdiğini bilseydim
hayallerim kıpkırmızı olurdu

İstanbul hala güneşin ardında
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
İstanbul hala sevimli mi sevimli
ve hala bir tomucuk tadında
yürüyelim seninle İstanbul'da

korkusuz bir rüyadır
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü
yenilgisiz bir muamma gibidir
arar bulusmayan ellerimizi
deli rüzgar yine sarhoş, hovarda

Yediveren Ezgiler Ağlayan Küllerinde

bir dürgünde saklıdır dünyaya düşen izler
bu ebedî sevdayı kalem taşır, kan gizler
sînemdeki şîrpençe filizlenir de birgün
o granit kalbinde kanatlanır denizler

can güneşim batıyor vefâsız güllerinde
al götür umudumu nazlı kâküllerinde
seni de feryâdını işitirler, şâirin
yediveren ezgiler ağlayan küllerinde

.

Nurullah Genç

Yaralı Kartala

sen dorukta vurulan kartalların şahısın
sen henüz yaşanmamış dramların ahısın
yangınları sırtıda taşıdın ömür boyu
bir mezarlık evine kilitledin korkuyu
yollarına dikilen ısırganlar kinlidir
yuvanda bıraktığın padişah temkinlidir
parçalanan bir dünya ortasında kalmışsın
şimşeklerin ardında düşlerini bulmuşsun
mühürlü gölgeleri çekiyorsun derine
çâresiz bir can gibi yanmışsın kaderine
oysa titrameliydi uçuşunla mavi gök
yeter, yüreğindeki alevleri yere dök
sen, dağlara uçmayı öğreten bir kartalsın
bırak da bu güneş avuçlarında kalsın
yeni bir vuslat için kırıldıysa saatin
Haccâc-ı Zâlim'ine bitmeli itaatin
bir de bu şâir için kendini at yabana
adını söyleyeyim, gülümü getir bana
çözülsün düşlerimde paslanan kanlı zincir
dökülsün penceremde biriken katranlı kir
ben gülüme kavuşup murâdıma ereyim
sen çık kerevetine, güzel beyim, can beyim

.

Nurullah Genç

.

Yalnızsın

Bir akşam ışıkların daglara güldüğünü
Bir akşam bulutların seyre döküldüğünü
Görürsün, hasretiyle sabah ezgilerinin
Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin
Kuşlar öter, uçuşur, yeşil dallara konar
Umutlar yaprak yaprak alevlenirde yanar
Son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan
İnsanlar gölge gibi çekilir sokaklardan
Rüzgar okşamaktayken annen gibi tenini
Gecenin kolları sessizce yakalar seni
Anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını
Anlarsın yanlızlıgını ve yanlız kaldıgını

.

Nurullah Genç

Veranın Gözlerinde Mevsimler

derya içre deryayı bilmeyenlere

İlkbahar

Resmini yapabilseydi parmaklarım
Karanfillerle buluşup perçemlerinde
Yitik kalbini arardı denizlerin

Yoksa o gözler masmavi çiçeklerin
Bin bir çeşidiyle damıtılmış bir nehrin
Sularını arayan yıldız mıdır göğümde

Yoksa o baygın tebessümüne
Dokundukça alevlenen
Çaresiz bir yaprak mıdır ellerim


Yaz

Bu rıhtım, bu liman, yorgun gemiler
Akkor kirpiklerinden fışkıran dalgaların
Sahillere vuran yalnızlığıdır

Parçalanan adaların uzaktan
Duyulan feryadı, çöl ağıtları
Düşürür pencereme

Ya serin bahçelerin gölgesinde
Bekleyeceğim güvercinlerle gelen
Bir deniz türküsünü
Ya da kavurunca ateş ve rüzgâr
Savuracak ötelere ruhumu
Gel ey sonbahar


Sonbahar

Eylül kıvamındadır deniz fenerleri
Sular sapsarı bulutlardan süzülür
Kâbus ve rüya
Sıradağlar gibi çöker uykuya

Hayal bir kardelen yurduysa, derya
Yıkar beklenmedik fırtınalarla
Kaptanların son duruşlarını
Göğsüme bastırdığım
Bir tayfanın ölüm fotoğrafıdır
Düşer kumsallarına acının
Her sonbaharla


Kış

Gül dondu, gönül dondu
Kıpırdayamıyor bakış ve evren
Meğer engin ufuklardan ansızın
Çıkmaz sokaklarına girmişim buzulların

Dağ yutunca kalbimi, kanımda kuşlar
Kar tufanı altında kırılan kanatların
Çıkardığı son sesi duymuşlar

Meğer köpük gölgesiymiş umutlar
Kaç ömür saklıysa içinde her anın
İnsan kendi karanlığına çekermiş
Yaşanmamış mevsimlerini sevdanın

.

Nurullah Genç

Uzak Dur

Uzak dur, uzak duran çiçeğin kokusundan
Uzak dur başka yöne süzülüp giden sudan
Uzak dur; karanlığın başını bekleyen kuş
Uzak dur ki, bakarsın tam göğsünde vurulmuş
Uzak dur; bir bahar ki, yoluna diken döker
Uzak dur; gökkuşağı göğüne perde çeker
Uzak dur rahminde küf taşıyan analardan
Uzak dur gölgesini görmeyen aynalardan
Uzak dur beyazından mahrum bırakan canın
Uzak dur sırlarına gülümseyen fincanın
Uzak dur güle katran damlatan aşk kirinden
Uzak dur ihtirasın kurt kanı şiirinden
Çemenzârı inciten her belâdan uzak dur
İçindeki bin yüzlü Kerbelâ’dan uzak dur

.

Nurullah Genç

.

Uzak Beyaz Bir Hayal Tutuyor Ellerini

Ellerin son gemiden artakalan bir hüzün
Bir vadiyi çoğaltan saf suyu sessizliğin
Erimeyi bir kalbin potasında öğrenmiş
Bir gecenin nabzında damlamıştır yerlere
Belki son meddücezir vaktidir denizlerin
O hangi aynalardan çıkıp gelmiş ansızın
Sen hangi dağ başında bırakmışsın ruhunu
Şimdi yalnızlık için kan döküyor gözlerin

Artık duymuyor seni fırtınalar, bulutlar
Sözlerin bin bir çeşit alevlerle yanıyor
Sen O’nda unutulan resimlerin matemi
O sende her çiçeğin yüzüyle uyanıyor

Uzak beyaz bir hayal tutuyor ellerini
Irmağı yatağından ayırdıysa karanlık
Su şimdi kahra giden yolların ayrımıdır
Bir tohum gülümsüyor; kökleri yüreğinde
Bir tohum ki, bahçenin en nazlı kıvrımıdır

Bir tohum, dallarında asılı kirpiklerin
Bir tohum, gövdesine gözbebeğin gömülü
Bir tohum, kabuğunda gül baharı taşıyor
Bir tohum, ardı sıra sefiller ağlaşıyor

İstenmeyen birisin şimdi doruklar kadar
Oyuncak bekleyip dur yetim çocuklar gibi
Bilmiyor ki, senin de görünmez bir günün var
Uzak beyaz bir hayal tutuyor ellerini

.

Nurullah Genç

Uyumsuzluğun Şiiri

Sana göre değilim; sırtımda kambur viraneleri ömrün
Ellerimde birikmiş kan damlaları; ayaklarım tutuklu
Yüzüm istediğince taze değil; kirpiklerim yıpranmış
Gözlerim diri, bakışlarım hercai değil meydanlarda

Yürümek istesek deniz kenarında, her şey kararıyor
Bakmak dilesek gönlümüzce ufka, bulutlar yanıyor
Hiçbir şey gereğince olmuyor, ne sessizlik, ne çığlık
Ayağa kalktığım yerde oturuyorsun; göğe dönüyorsun
Gülümsediğin yerde ağlıyorum; yere bakıyorsun

Ne zamana değin ıssız bir sevda, kırık aynalarda
Ne zamana kadar acı bekleyişler uyandıracak volkanları
Seninde özgür bir evrenin olmalıydı yeryüzünde
Seninde uşakların su dökmeli avucuna yorgun bezirganların
Seninle sahilde yürümeliydi rüzgar
Biraz rıhtım koymalıydı, biraz dünya ve şiir

Hain kahkahalar yükselmemeli gölgelerden
Tenhalar size bakmamalı, kırılmamalı pencereler
Mum yakmalısınız romantik olsun diye karanlık
Yokluğumda keşfetmelisin özgürlüğü
Unutmasan da silinmeyen izlerimi bir ömür, her taraf deniz

‘‘ancak ölüm’’ desek de, ayrılık dudaklarında bir ölüm gibi
gelip ayıracak kalplerimizin öpüşen dudaklarını
bir daha görmeyeceğim yüzünü gözlerimde
celladınla uçurumlarda gezdireceksin ayaklarını

sonrası nedir bilir misin, tufan mı, kıyamet mi? ateş niçin?
Ne ben varım senin için dünyada, ne de sen yaşadın benim için

.

Nurullah Genç

Unutursun! Deyişine

“Unutursun! ” deyişine

unutmak, yıldızların ciğerine saplanan
bir lâle yaprağına gömmektir sevgiliyi
unutmak, bir kaktüsün küllerinde ansızın
alevli bir tapınak eylemektir sevgiyi
unutmak, semendere zehir sunmaktır, gülüm
taş dolu yüreklerin lügatinde bulursun
unutmak, sessizliğe yine kanmaktır, gülüm
unutulursa şair, sen de unutulursun

bir dağın bir kuyuya tıhum ektiği yerde
balığın yüzgecinden irin döktüğü yerde
kralın, kölelerin emrinde yürüdüğü
geminin bir köpükte okyanus aradığı
ay’ın arzı terkedip gökte durduğu ândaa
serseri bir kurşunun ay’ı vurduğu ânda
başını ellerinin arasına al ve dur
işte o lahza gülüm, bu can seni unutur

unutmak, bir saatin kırılan camlarında
zamanı çürüterek öldürmektir sevgiyi
unutmak, bayramlığı giydirilen çocuğun
aldatılan göğsünde vurmaktır sevgiliyi
unutmak, bir ülkenin tozlu kaldırımlarında
taşlara boğdurmaktır yağız atlı yiğidi
unutmak, susturmaktır yolların ayrımında
şairlere can veren muhteşem bir ağıdı
unutmak, koparmaktır çiçekleri dalından
sisli bir yalnızlığın ekseninde bulursun
unutmak, ayırmaktır arıları balından
unutulursa şair, sen de unutulursun

.

Nurullah Genç

Umut

revamı beni böyle kurşunlamak derinden
ruhum bakamaz oldu güllere kederinden
revamı içimde soluklanan kuşların
kırmak kanatlarını
sonrada bakmaksızın arkaya bir defa
bırakıp adım adım istihza tohumları
bu zamansız şairi incitmek reva mıdır
sevindirmek dururken
öldürmek reva mıdır

.

Nurullah Genç

Ulu Tanrı'ya

ey sineği kanadıyla uçuran
ey kulları Sırat'ından geçiren
sevenlerin zikrindeki görünmez
bilgelerin fikrindeki görünmez
ey gülümü bana özgü yaratan
dallarını baharıyla donatan
ırmağa yaklaştım; akarak gitti
servi gözüyaşlı bakarak gitti
gece, tenha koydu beni dünyaya
kanlı çığlığımı duyurdum aya
acıdı halime gökte her yıldız
sabah, saçlarımı okşadı yalnız
güneş bile derman olmadı bana
son bir ümid ile yöneldim sana
boynumu kırdım da kapına geldim
garipler otağı yapına geldim
nerde gülüm, hayal hücresinde mi
mor salkımlı evin bahçesinde mi
ülkemde en güzel hakandır gülüm
beni bu ateşte yakandır gülüm
kanımın rengini taşır yüzünde
götür beni O'na, koyma güzünde
ey ayrının hasretini bitiren
ey yolcuyu sılasına yetiren
Ulu Tanrı, Ulu Sahip, Ulu Rab
Yardım eyle; ruhum harab; ten harab

.

Nurullah Genç

Toprağın Suya Armağanıdır

Bulutları versem, yağmurlar kadar
İçten ve dokunaklı yağarak yollarıma
Uyandırır mısın çığlıklarımı

Ufukları versem, gecenin surlarından
Süzer misin saçlarıma güneşi
Bir kardelen rüzgârıdır gözlerin

Dinlen ve dupduru bir denizle gel
Muhayyel gemilerin açılsın sonsuzluğa
Uyu sessizliğinde firak türkülerinin

Sana Kehkeşanları, yıldızların sesini
Meleklerin gölgelerini versem
Taşır mısın çöllerine sevdanın
Yaprağınsam, çiçeğimsin her bahar
Toprağınsam, suyumsun

Senden uzak kalmanın depremidir karanlık
Bütün tozlu kapılar kapansın düşlerinde
Hüznümün katran sızan perçemidir karanlık

İste, vereyim kudret narını köklerimden
Issızlığa dayamış omzumu, bekliyorum
İste, alayım suskun alevini derinden

.

Nurullah Genç

Talan

Güzel de çirkin de bu boş dünyada
Doğarmış, büyürmüş, viran olurmuş
Sevda denen yangın meğer sonunda
Gözyaşıyla dolu hicran olurmuş

Dostluklarda biter, düşmanlıklarda
İzleri kalırmış hatıralarda
Ümitler yeşerir her ilk baharda
Sonbahar gelince, duman olurmuş

Güleri açınca gönül bağının
Zehri bal kesilir LEYLA dağının
Mevsimi geçince cilve çağının
Hayaller, yeminler yalan olurmuş

Issız köşelerde yalnız başına
Zavallı girermiş en son yaşına
Konulunca o musalla taşına
Kendi evi bile yaban olurmuş

Bir ömür gariban, mahzun, derbeder
Mezara girince bitermiş keder
İstikbale miras; RAHMETLİ peder
Klanların hepsi talan olurmuş

.

Nurullah Genç

Şehrayin Şarkıları - 1

seni yaşamadan ölmeyeceğim
aşka özgü zakkum bahçelerinde
gene acılara kalıyorum ben
deniz ölesiye yakın ayaklarıma
ey ülkemin pusatsız kahramanları
erzurum garında, banklar üstünde
sükut-u hayale uğrayan kalbim
geceyi kavrayan parmaklarımla
bu hasret, bu hicran zelzelesinde
beni kurtarmaya gücünüz yetmez
çünkü mutsuzluğun mekteplerinde
ıstırap dersleri alıyorum ben



gittikçe yaklaşan bir afet gibi
intihar yanılgısıyla
yolar beni esarete çekiyor
şehrayin şarkıları söylüyorum içimden
şarkılar ki, hep aynı nakaratla bitiyor
sen bir garip delisin
gözleri perdelisin

Şehrayin Şarkıları - 2

daha dokunmadan kurudu irem
çöllere birtürlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bir bu yerlere sığamıyorum



pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnalarına yakalanıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim, asudeyim, yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
erzurum garında, banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

Sükût-ü Hayal

böylemi olacaktı türkülerin son hâli
ezgilerden sorulur küfürlerin vebâli

ayna kırıldı; hisret divanında gül soldu
papatya uçarı bir zakkum oldu
kuğu gölün en susuz noktasında boğuldu
ivedî bir kavgadır tenhâ da ömür
direniyorum
direniyorum ki, aşk yenilmesin
zenginlere, cinayet erbâbına

böyle mi olacaktı mutluluğun son hâli
kahkahadan sorulur hıçkırığın vebâli

bir milat öncesi kalıntı gibi
zulme açılıyor gizli kapılar
sanki bütün yüzler çalıntı gibi
çocuklarda bile kan kokusu var
hayat bir dramdan alıntı gibi
tabut kırılıyor; ağlıyor mezar
aşk elden gidiyor; durmamalıyım
yosunlu hayaller kurmamalıyım
ölümün ardına düşüp gün boyu
kırmızı camlara vurmamalıyım

Su Yangını - I

Toprak anladı beni, ölüler ve diriler
Köstebekler hüzünle gülümsüyor derinde
Ruhumu aldatıyor yüzün diye periler
Uzak bir seyyarenin karanlığında kaldın
Yoksa bir Hint fakiri miyim hecelerinde
Sinemde su yangını, saman yolunda adın

İlk harfi yazdığımda yollarındaki izler
Dumanlı bir İstanbul getirdiler öteden
Fotoğraflarında mı gizleniyor denizler
Mor dikenler büyüdü şakaklarımda bile
Hatıralar yurdunun o uzak mabedinden
Bir sen gelmedin; geldi gidenler sevda ile

Ovalardan, dağların arasından bivefa
O pervasız, buyurgan gözlerindir süzülen
Bilemezsin, her sabah umudumla kaç defa
Çiğdem gibi büyüttüm bembeyaz ellerini
Yaralı bir kartalım doruklarda büzülen
Atlılar kuşatıyor kirpiklerinden beni

Su Yangını - II

Beklemiyorum artık yıldızları ve seni
Avuçlarımda yorgun bir ıstırap, bir kalem
Yollarına bıraktım bozulan mihengimi
Girsem yer kabuğuna, kahrın kuytularına
Bağbozumu gözlerin görsün diye rengimi
Karışsam çöllerinden sızan Nil sularına

Sensiz olduğun günün akşamında, bakarsın
Yanı başında duran bir elçidir varlığım
Nasıl tutuşturursa kum saatini hicran
Ya da son bir serçenin minyatür kanatları
Oynatırsa yerinden dağların yüreğini
Anlarsın ki sinemde gök siyah, toprak sarı

Alevleri ağlayan bir yangındır bu iklim
Anlattım gün ışığı tebessümlerle, mağrur
Bir yangın ki, ışıksız, kıvılcımsız ve derin
Bir deprem, bir kıyamet bu inkisar evinde
Anladı sefil baykuş, âmâ ve dilsiz ölüm
Bu yangın bir kez olsun gülmedi alevinde

Su Susuz Bırakmıştır Toprağı; kan iremdir

Dara çekerken hüzün mutluluk hallacını
Tarih kim bilir nerde kaybetmiştir tacını

Şair sessiz ölmeli “âh” kokulu her izde
Akacak yön kalmamış artık; pusula kırık
Koynundan karanfiller derilecek denizde

Haramiler kuşatmış yârini ırakların
Kurtulmayı bekleyen azgın bir devdir hayal
Yalnızlık gözlerine köz koymuş ırmakların

Aslı nedir kimseler bilmiyor; can veremdir
Kelimeler ki, çarpıp duruyor karanlığa
İmge, bir kuraklığın ortasında Kerem’dir

Söz sahilinde umut savruluyor kum gibi
Su susuz bırakmıştır toprağı; kan iremdir
Şiir bin bir yerinden çatlamış, tohum gibi

Hâtıralar tarihin başucunda âvâre
Tarih hâtıraların ardında pâre pâre

.

Nurullah Genç

Su İsteyişine

bir su ver, dirileyim kuruyan köklerimde
bir köprü kur çıldıran nehirlerin kalbine
bir kuşun yuvasına götür gökkuşağını
karıncanın kırılan ayağına sar beni
ben ki, toprak altında bir devim, kurtar beni
okunu çek bağrımdan; yandı cânım, bir su ver
ölü bir tenden bile perişânım, bir su ver

ağlıyor ateşimin gölgesinde, Neruda
Aragon mutlu aşkın yokluğunda çilekeş
her yerde tutuşan su istiyor geceden
her çeşmenin başında eşkiya gülümsüyor
bir çiçek at kararan duygular mahşerine
bir fidan dik bağrına onurlu bahçivanın
damarlarım çatladı; yandı kanım, bir su ver
dirilmek istiyorum a sultanım, bir su ver

gözleri birer birer kayan hücrelerimde
Genç Werther'i yeniden kurşunlayan bir acı
al hançeri eline, kopar bileklerimi
katranlı bir urganda tükensim yalnızlığım
bir ağacn titreyen yaprağına koy beni
bir kez olsun, yaralı bir İstanbul say beni
zehir akıt içeyim a hanedânım, bir su ver
a cellâdım, a kahrım, a zindânım, bir su ver

.

Nurullah Genç

28 Eylül 2010 Salı

Söylenmemesi Gerekenin Şiiri

reddini doldurursa avucuma kan gibi
kırmızı bir çığlıkla yırtılır dudaklarım:
‘ söylememeliydim biliyorum! ...’
kırılsa da baharı bekleyen pencereler
akrebin gözlerinden geçse de dehlizlerim
eski bir mezarlığa gömülmeden izlerim
‘söylememeliydim biliyorum! ...’
simsiyah bulutların arasından ansızın
çatlayan yüreğime koydu susuzluğunu
ver Allah’ım bana ver O’nun sonsuzluğunu
hüzünlü bakışları şafağımda tebessüm
gündüzümde ışığı, gecemde hilali var
evimin tenhasında büyüyen melali var
kum fırtınasında mı, selde mi yürüyorum
‘ söylememeliydim biliyorum! ...’
gemilerde aradım yüzünün görkemini
martılarla yoruldum, tayfalarla vuruldum
kalbimi morga koydum bir liman köşesindenefesini aradım dalgaların sesinde
tutundum hayatımın çürüyen yıllarına
bakıp bakıp ağladım boş kalan yollarına
beni anlamaz diye kabuslar görüyorum
‘ söylememeliydim biliyorum! ...’
ciğerimde bir köz gibi taşıdım yokluğunu
ver Allah’ım, bana ver suya küskün kuğunu
mor lekeler bıraktı solgun yanaklarıma
kartal kanı bulaştı rüyalarıma bile
fırtınalar diner mi ulaşmadan sahile
hayalin bozkırında kurtkapanıydı ömrüm
nasıl da bir başıma kopardım dikenleri
nasıl da acımasız köprülerde yürüdüm
uzaktan gülümseyip deniz fenerlerine
sonunda mahkum gibi kapandım ellerine
kirpiklerimden sızan hicranı siliyorum
‘ söylememeliydim biliyorum! ...’
ısrarlı denizlerin dibinde volkandır aşk
kesif bir muammayı öğretir balıklara
balıklar derde düşen aşığı avuturlar
aşık ölünce kuşlar uçmayı unuturlar
güneşle buluşmayı göze alan, derinde
yağmur yüklü bir ömür paylaşır göklerinde
eleğimsağma renkler düşürünce şehrayin
başlamalı yeniden içimizde bir ayin

Son Yangın

Benim değil o eski ateş semazenleri
Şimdi viraneleri ağlatıyor tenleri
Dalgın ırmaklarını kuruttum acıların
Rengi değişti sevda ikliminin, suların
Geçmişini arayan o divane köprüler
Akşamın kollarında yıkıldı birer birer
Yağmuru anlamayan bulutlar benim değil
Günbatımına mahkûm umutlar benim değil

Âşikâr olmuş meğer tende can, canda cânan
Bende yanan nûrudur, nûrumdur onda yanan
Şimdi doruklardayım, ne yoksulum, ne yetim
Şu incecik kalbimdir varlığına hüccetim
Nice serv-i kâmet ki, kuru bir yaprak imiş
Meğer ruhum savrulan bir avuç toprak imiş
Benim değil o hülya, hânende, siyah ışık
Benim değil o saray, şehriyâr, o karmaşık
Ölümü gezginlere bağışlayan şahmaran
Benim değil o sahra, fırtınalar, kum ve kan
Aklı bile çaresiz koyan mağrur pençeli
Benim değil o mühür sevdalısı, o deli
Perdeler indi zaman perisinin yüzüne
Gecesini bağladım ağlayan gündüzüne

Duymadığım seslerle uçuyor şimdi kuşlar
Ellerimden tutuyor sıra dağlar ve taşlar
Son bir titreyiş kaldı karanlıkta, uyanmak
Kül olmadan vuslatın kapısına dayanmak
Belki bir yol bulunur kırılan aynalarda
Bahçıvan handân olur bu ebedî baharda
Dumanlı ayinleri bitti evin, sokağın
Geldiğini söylüyor hayat yeni bir çağın
Yeni bir sonsuzluğa açılan pencereler
Söyleyin, o mihrimah muammadan ne haber
Ey eski çığlıklarım ne haber, nerdesiniz
Şimdi yalnızlığa mı gömülüyor sesiniz
Yıkıldı zindanlarım, dehlizlerim, mahzenim
Güllerim son yangında açıyor şimdi benim

Son yangın, kâinatın her yerinden duyulan
Son yangın, ceylanların gözlerinden yayılan
Son yangın kâh bembeyaz, kâh kırmızı bir rüya
Son yangın gölgesini bırakıyor uykuya
Söz, incinin mercanla buluştuğu derinlik
Yürek bir tahtırevan, sessizlik ve serinlik
Kalem son limanıdır deniz fenerlerinin
Nilüferler büyümüş içinde her birinin
Ben Nuh’un gemisiyim; o bir tufan güneşi
İki meftûn pervane ağlatıyor dervişi
Hayal, melekler kadar ıraktadır ve yakın
Zülüfleri tutuştu bu yangında firâkın
Bu yangın dokunuyor derine, hep derine
Bu yangında yürüyor yolcular kaderine

Öğün ey aşk masalı okuyan tarih, öğün
Salıncaklarında ay benimdir şimdi göğün
Benimdir arzdan arşa tebessümle yükselen
O terennüm, o dua, yed-i beyzâdan gelen
Rüzgâr benim, ölümsüz karanfiller benimdir
O esrarlı ülkeler, nazlı iller benimdir
Küheylan alev alev bir menzîle koşuyor
Bu son yangını şimdi kâinat konuşuyor

.

Nurullah Genç

Siyah Gözlerine Beni de Götür...

Daha dokunmadan kurudu irem
Çöllere bir türlü yağamıyorum
Yeni bir koşunun başlangıcında
Biraz deprem sonrası
Biraz şehir hülyası
Bir kalp yangınından geriye kalan
Siyah gözlerine beni de götür
Artık bu yerlere sığamıyorum.

Pembe uçurtmalar yolladığından beri
Sarardı tiryaki menekşeleri
Sonbaharın tozlu kafeslerinde
Sevgi turnaları yakalıyorum
Turnalar gidiyor; ben kalıyorum
Avareyim, asudeyim, yorgunum
Bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
Uyku tutmuyor karanlıkları
Yitik düşlerimi kovalıyorum
Gölgeler gidiyor; ben kalıyorum.

Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
Siyah gözlerine beni de götür
Baharın koynundan koparıp sana
İpek bir mendile sardığım yüreğimle
Şehzade gülleri gönderiyorum
Umutlar kalıyor; ben gidiyorum.

Bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini
Kaptanları sorgulayan
Yanından geçen küheylanların
Korku tufanına yakalandığı
Siyah gözlerine beni de götür
Güneş ülkesinden gelen yiğitler
Benzeri olmayan bir dünya kursun
Cellat, ayrılığın boynunu vursun.

Usul usul intizarı çürüten
Bu hercai diken, bu çılgın arzu
Sürüklüyor imkansız muştuların
Eşiğine gönül vadilerini
Bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
Düşüyorum tanyerine
Ya topla yaralı kırlangıçları
Ya da bu vefasız şarkıyı bitir
Özgürlüğe giden tutsaklar gibi
Siyah gözlerine beni de götür.

.

Nurullah Genç

Sitem

Benden anlamadın şiirden anla
Senin gülüşünle yaşadığımı
Akşamı ettiğim senden kalanla
Sabaha seninle başladığımı
Benden anlamadın şiirden anla

.

Nurullah Genç

Sevda

Yüzüme bir an için sevda ile baksaydın,
Bahçende bir çırada benim için yaksaydın!
Kırılırdı acılar heykelinin kafesi,
Küflenirdi günahkar terazinin kefesi.
Lakin benim yerimde esaret gördün gülüm,
Önce azad eyledin sonra öldürdün gülüm!
Güneş bir damla kandı o gün battığı yerde,
Yaralandım kalbinin beni attığı yerde.
Oysa kin tufanında gemiye aldım onu.
Taşlar bile duymalı çiçeğim olduğunu.
Layık mı bildin beni sensizlik ağusuna,
Lav dökmek reva mıdır bir kuşun yuvasına?
Dünyayı omuzlayan yiğidi küçümsedin,
Onun hüzünlendiği her ana gülümsedin.
İhmale uğradığım dokunmuyor mu sana?
Bin defa kırdığını bir defa anlasana.
Neden dinlemiyorsun bu yorgun akıncıyı?
Ah bir çekebilseydin içimde ki sancıyı;
Duran herşey dönerdi,dönen herşey dururdu,
Gökkuşağı bekleyen bulutlar kururdu...
Ak bilekli küheylan vurulurdu içinde,
Bir kahır iskelesi kurulurdu içinde.
Heyhat,sustu musiki,gitti kırkikindiler!
Yine de bu intizar burada bitmeyecek,
Güneşi arayanlar geceye gitmeyecek...
Bulduğun köşelerde istersen diz kurşuna;
Açtığın her kapıdan çıkacağım karşına...

.

Nurullah Genç

Sessizlik

Korkunun parmakları uzandı boğazıma
Parçalandı bir anda ruhumun yelkenleri
Son mutluluk sesleri inince kulağıma
Kapladı her tarafı sessizlik dikenleri

Dört mevsimi bir arada yaşadım ve ürperdim
Oynadım bu çileli oyunda son rolümü
Her adımda bir korkunç âkibeti bekledim
Her adımda seyrettim yeniden öldüğümü

Çaresiz, duyulmaya başladı vuruşları
Gözlerimin önüne serilince yüreğim
Kanatlandı semaya sessizliğin kuşları
Anladım; sessizliğe ben de gömüleceğim

.

Nurullah Genç

Serviye

ey babamın otağında bulunmuş
ey göklere elif gibi salınmış
sordum O'nu suda büyüyenlere
cıva havuzunda uyuyanlara
Bağ-ı Halvet'e
Bağ-ı Vefa'ya
koku yok, umut yok; her taraf kafes
ne bir işaret var ufukta, ne ses
izine rastlamış ne de bir hancı
İrem kurbanları bile yabancı

.

Nurullah Genç

Sensiz Kalan Bu Şehri Yakmayı Çok İstedim

sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim

mavi bir aleve dönüştürdüm kalbimi bir anda
tutuşturmak istedim beni böyle umarsız
bırakıp gittiğin bu zalim şehri
yakamadım gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında
inanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak
en özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların
hatıralarınla titriyordu içim kuşlar kanatıyordu gönlümü

gri bulutlar geçiyordu göğümden
anlamak üzreydim neron’un roma’yı neden yaktığını
karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım
yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında
intihara kalkışan hitler kadar çaresiz
yakmak üzreydim ki bu şehri hatıraların
içli bir yağmur gibi boşandı üzerime

kediler geçti birden kavşaklarından şehrin
acı acı miyavladılar gözlerime baktılar kızgındılar kırgındılar
onlar da tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar
onlar da terk ettiğin bu şehri çaresiz
yakmak istiyorlar yakamıyorlar

saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde
her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu
benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar
gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin
her biri bir kenarda darmadağın
çömelip kalıyordu yutkunuyordu
rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin

nereye yürüdüysem bakışın, duruşun, sesin
anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi
kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri
çünkü sen her şeyinle bendesin

.

Nurullah Genç

Seni Çağırdığım Boşuna Değil

Yüregim adına cagırdım seni
Bulutlara tutun, yagmurlarla gel
Günesin dogup da, battıgı yerden
Yalnız benim olan bir bir baharla gel

Gel ki, ayak sesleri duyuluyor yoklugun
Onune gecilemez bir depremdir gokyuzu
OLumsuz bır cazibe saklare kendisinde
Donusu olmayana cekiyor omrumuzu
Gel ki, matem tukensin yaslı bulbul adına
İksirini alnıma süreyim gül adına

Sabrını tasıyarak semenderin
Giriyorum en gizli ormanına gecenin
Güneşten usul usul çalıyorum gölgeni
İhanet kurşunuyla vursun avcılar beni
Vaadler, meyhaneler, nağmeler, sesler yalan
Neruda'nın Umutsuz Sarkısı'dır duyulan

Kanatları cicek turnalarla gel
Sırları gosteren aynalarla gel
Beni sensiz bırakacaksan, gelme
Karanlık olmayan dunyalarla gel

.

Nurullah Genç

Seni Benim Kadar Sevemeyenler Seni Benim Kadar Sevebilir mi?

seni benim kadar sevecek olan
başını taşlarda çürütmelidir
yarasına dikenleri sarmalı
kalbinde dağları yürütmelidir

gözleri her sabah başka bir çeşme
her akşam krater, her gece duman
gökleri günboyu alevlenirken
boynunda bir kement olmalı zaman

yollar düğüm düğüm boğmalı onu
ızdırap sızmalı baktığı yerden
kaplan tutuşmalı, kurt inlemeli
saçından bir teli yaktığı yerden

sana benim kadar tutulmak demek
vurulmak demektir kartallar gibi
tâcını, tahtını kaybetse bile
gülümseyebilmek krallar gibi

seni benim kadar sevecek olan
ruhunu kapından kovabilir mi
seni benim kadar sevemeyenler
seni benden fazla sevebilir mi

.

Nurullah Genç

Sen Geliyorsun

Sen geliyorsun; kuşlar geliyor bahçelerden
Papatya kokusu bir de, sen gelmeden önce

Nasıl tanıyorum bilsen geçtiğin sokakları
Biraz mahmur oluyor bakışları, fersiz, çaresiz
Ölü kelebekler görüyorum sokak köşelerinde
Duvar diplerine bırakılmış acılar
Yorgun ihtiyarlar bir de, gençliğini arayan

Sen tüm sokaklardan geçmişsin meğer
Hangisine baktıysam rengi bembeyaz
Bir dokun bin ah işit pencereden
Bir asker ağlıyor kenarında sessizce
Yavuklusunun adını unutmuş gözlerinde
Ne zaman biteceğini askerliğinin
Nereye gideceğini, kim olduğunu

Aklının karıştığı mahzenlerde
Bir adam izlerine bakıyor delice
Şimdi sen geliyorsun, biliyorum
Hayallerim geliyor, umutlarım, mutluluğum
Hiçbir şeyi görmüyor gözlerim
Gireceğin kapıdan başka

.

Nurullah Genç

Selda ki, Gökyüzünde Bir Yıldızın Adıdır

Varsın olmasın sabah; gün doğmasın ne çıkar
Ben zaten yitirmişim deniz fenerlerini
Bilseydi okyanusta tutuşan gemileri
Dalgalar ölür müydü bu kan rengi kumsalda
Uzun bir taraçadan bakıyor şimdi selda
Varsın bütün hıncını benden alsın yalnızlık
Gri elbette kahır getirir mâveradan
Turuncu başaklarda büyüyen her katilin
Hayatı biraz hüzün, biraz çöl ve ıssızlık
Sanki bütün çiçekler gizemli bir masalda
Tâlihin esrârını yıkıyor şimdi selda

Sorulur mu bir saray lalesine memleket
Hani, o gökyüzünün eski bulutlarından
Düşer mi birkaç damla ışık avuçlarıma
Nedense tükenmiyor bu son firâk-ı yeldâ
Sahrada bir meczûbu yakıyor şimdi selda
Varsın bir akşam vakti kurusun menekşeler
Ey fırçasında bahar biriken soylu ressam
Ey toprağa bereket bağışlayan anneler
Hani sonsuzdu ufuk, hani hayaldi mahşer
Yol da bulamazsınız bu tûfanda, bir sal da
Ruhumun burçlarına çıkıyor şimdi selda

Sana Sonbaharımda Kal Bile Diyemedim

Diyemedim; evimde tutuklandı karanfil
Diyemedim; maviye kan damladı içimden
Bir hazân yıldızıydı mehtâbımda ellerin
Sevgi midir, ısırgan dudaklı dilberlerin
Gölgelerin kalbinde titreyen çiçekleri
Sevgi midir körlerin bakışlarında yatan
Rüzgârı, dalgaları, balıkları aldatan
Yoksa gülüşün müdür kâtil aynalar gibi
Sevecen bir ölümü öperek yanağından
Gittin; çığlıklarını dinledim denizlerin
Kaybolan martıları bul bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim.

Karanfil kokusuyla kuşatılan yüreğim
Yaralı bulutların yağmurunda köz olur
Merdiven kırılınca, tenhâlarda söz olur
Puslu lâmbalar gibi yakarım düşlerimi
Çalıntı bir kuşkuyu dağıtır bakışlarım
Toprak beni çağırır kucağına her akşam
Her gece bilinmeyen bir âyine başlarım
Her sabah yokluğunu düşürürsün peşime
Avuçlarım seninle doldururken gökleri
Gittin; bir defa bile bakmadan güneşime
Ruhumdan bu âteşi al bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim

Sabaha

tanyerinde O'nunla mı buluştun
yeryüzünü O'nunla mı bölüştün
mahzende mi, sokakta mı, kırda mı
orduların çarpıştığı yerde mi
bilmiyorum hala nerde durayım
çemenden mi, böcekten mi sorayım
haber için adresimi al yeter
bana O'nun gölgesini bul yeter

.

Nurullah Genç

Rüveyda Ben Sendeyim Sen Bendesin

Önce korkunç azaba kahra gömülüyorum
Sonra en büyük affa uğrayıp gülüyorum
Çatlıyor da mezarım dışa vuruyor beni
Terazi Rüveyda’ya divan kuruyor beni
güneş aktı, ay söndü parçalandı yıldızlar
Rüveyda şimdi burda sen varsın, gözlerin var
Beyaz tüller içinde ruhun sarıyor beni

Sahibisin bu eşsiz muhabbet sarayımın
Mağrur yükseliyorsun uluların katına
Huriler imreniyor sonsuz saltanatına
Elime tutuşturup kalbinin kadehini
Sevgini şarap gibi sunuyorsun Rüveyda
Çiçek çiçek kalbime doluyorsun Rüveyda

Acı yok, intizar yok eskide kaldı hasret
Ömrünü tamamladı endişe, korku, hayret
Buz ve köz tarih oldu
Geçti zaman ve mekan
Zaman biziz, mekan biz
İmkansıza yok imkan
Ömrün ne sonundayız, ne de henüz başında
Otuz üç yaşındayız, hep otuz üç yaşında
İçim sensin bu ilde, dışım sensin Rüveyda
Rüveyda,
Ben sendeyim sen bendesin Rüveyda

.

Nurullah Genç

Resimler, Aynalar,Sesler, Ellerim

Resimler

Solsun mu ardında bütün resimler
Bir güz kalsın yollarında, bir de ben
Bu kambur feryadı hangi dert dinler
Döner mi, gelirken uzağa giden


Aynalar

Aradığımızdır bizi her kuşluk
Bitkin bir aynada buluşturan sel
Şimdi bir kalp için ağlayan boşluk
Mavi gözlerinden döküldü tel tel


Sesler

Kanar içten içe beynimde hayal
Ben kendi göğsüme saplarım kahrı
Ya ateş üfleyip yakmasın kaval
Ya da bir mezara girsin bu ağrı


Ellerim

Ellerim ürkektir ey avcı, küskün
Yavru bir ceylandır senin yurdunda
O esrarlı başın mağrur ve suskun
Göklere mi erdi, beni vurdun da

.

Nurullah Genç

Rüveyda

fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
rüveyda dediğim zaman
anla ki, senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından

hangi yıldızdır bilmem, gözlerin
kayar da üzerime rüveyda
önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime
sonra açılır önümde ıstırab vadileri
silik renkleriyle adımlarıma
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru

Rüveyda'ya Ağıt

ben bir aziz değilim
hele gündüz değilim
attığı her adımda siyah bir iz bırakan
bir yanında ürküten bir baldıran gövdesi
bir yanımda kederi özümleyen bir lale
merhamet sahrasının uyuyan gecesiyim
bırakta böyle bitsin bu günahkar serüven
bırakta kurtarayım bu emanet sarayı
yeter intiharınla oyduğun yüreğimi
umutsuz şarkılarla avutulduğun yeter

göğsümde bir yanardağ kıvranıyor rüveyda
yaraları kapandıkça kanıyor rüveyda
duman çöktü güneşin sitem aynalarına
aralandı perdeler şimdi sensiz değilim
dertliyim, viraneyim, ben bir aziz değilim
azizler tohum eker sevgi tarlalarına

senin gözlerin dram, oysa ağlatan benim
ben dilenci, sen sultan sevgi dağıtan benim
sen ışık ben karanlık ve aydınlatan benim
ben ölümüm sen hayat cana can katan benim
sabah sende oluyor güneşi tutan benim
soran ben sorulan sen hüznü damıtan benim
öldüren ben ölen sen kabirde yatan benim
sen, sevda yüklü bulut, göklerimin sahibi
saklıyorum içimde seni bir tufan gibi

nerde uğruna ömür verdiğim bela, nerde
her hatıra bir demet zakkum meyhanelerde
düşlerim esrsrınla çoğalan pervanedir
götür benden ahzanı bana, ihsanı getir
yalanı reddederken düşüyorum yalana
ben bir aziz değilim rüveyda anlasana

bu ağıdı öldüğün için söylemiyorum
sen ölmedin rüveyda
at vuruldu ben öldüm
her hamlesi bir tabut şimdi bakışlarının
yıkayıp kefenledim mehtabına gömüldüm
duysun alem ateşin dağı erittiğini
bu illetin daşları bile çürüttüğünü

gün olurda ayrılık yumağı çözülürmü
bergüzarım ayaklar altında ezilirmi
rüveyda görürmüyüm yeşil ufuklarını
seninle bir sonsuzluk bulurmuyum rüveyda
yoksa hep bu kabirde kalır mıyım rüveyda

(13.02.2001-İstanbul)

.

Nurullah Genç

Pişmanlık ve Hüzün

Zaman çığlık dolu; bu son geceden
Aydınlığa indi bütün kederler
Bir ses 'uyan' diyor, 'ölüm gelmeden
Yoksa seni karanlığa iterler'
Zaman çığlık dolu; bu son geceden
Neden korkuyorum, bilmem ki neden

Kelepçe vurdular, eyvah, dilime
Eski bir ülkede, yitirdiklerim
Toztoprak misâli çöktü elime
Rüyalar içinde getirdiklerim
Kelepçe vurdular, eyvah, dilime
Öksüz kaldı benden hece, kelime

Elim silahlı sermayem: Gurur
Neçiçekler benim; ne ben çiçeğim
Bir gün hesap için divan kurulur
Ayaklar altında kalır yüreğim
Elim silahlı sermayem: Gurur
Korkarım beni de alnımdan vurur

Pişmanlık ve hüzün hep yığın yığın
Bütün varlığımla soyujluyorum
Ortasında kaldım bir bataklığın
Kurtarın dostlarım, boğuluyorum
Pişmanlık ve hüzün hep yığın yığın
Bahçesi harâbe tüm insanlığın

Karşımda yokluğun alev gözleri
Zindanlar içinde zavallı ruhum
Mükâfat mı, bana şu kan gölleri
Yoksa işkence mi, avutulduğum
Karşımda yokluğun alev gözleri
Bana diş biliyor yıllardan beri

Dilene dilene eğilmiş belim
Yüzüm kaktüs yaprağına benzemiş
Bİlmiyorum, neden böyle tembelim
Kim bana 'çalışma, yaşarsın' demiş
Dilene dilene eğilmiş belim
Artık görmüyorum, sağırım, kelim

Acaba çıkar mı yollarım düze
Yoksa yokuşlar mı öldürür beni
Birgün kavuşursam belki, gündüze
Talih bir defacık güldürür beni
Acaba çıkar mı yollarım düze
Sonsuzluğa, mutluluğa, denize

.

Nurullah Genç

Ölüm

Gecenin dudağından karanlık emiyorum
Gündüzün cesedini hicrana gömüyorum

Gözlerim parça parça, kırık aynalar gibi
Yüreğim, cehenneme dönüşen bahar gibi

Yarasa kanatları bürümüş mehtâbımı
Kör bir papağan gibi açmışım kitabımı

Okuyorum; boşluğu sömürüyor ellerim
Kurşun kurşun beynime saplanmış emellerim

Nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum
İstikbâle bir avuç hayal götürüyorum

Yüreğim, cehenneme dönüşen bahar gibi
Gözlerim, parça parça kırık aynalar gibi

Gecenin dudağından karanlık emiyorum
Gündüzün cesedini hicrana gömüyorum

.

Nurullah Genç

Operada Kuşlar Ölür Ansızın

Uzak mı durmak ister bir vadiden bir nehir
Bir kalbin yatağında birikse de kan ve kum
Unutulmuş bir ândır kitabında yokluğum
Bir derun muamması kırk gözeli ıstırap
Ufukları sessizce terk eden gölgelerin
İhanet librettosu, Batı kokan bir mendil
Damla damla büyüyen zehir yüklü karnaval
Çarmıha gerilen aşk çatlatırken geceyi
Bellini toprağında su perisi bir hayal
Aldanırsa sim ü zer endamına bir kızın
Bir vahim operada kuşlar ölür ansızın

Titreyişler, soprano, haykırış nöbetleri
Son gösterisidir şark bülbülünün kafeste
Papağanlar uçuşur parçalanan her seste
Tutkular gülzarını kuşatmıştır ısırgan
Hıyaban kırmızıdır şimdi, dağ başı duman
Tenor bir yalnızlığın ardında uyuyanlar
Sustururlar binlerce yılın rüyalarını
Oyalan bağ bozumu bekleyen son bahçıvan
Bu bir mahrem buluşma, bu bir cellât düğünü
Kapısını açarken melodiler kederin
Kim bilir, operada kuşların öldüğünü

.

Nurullah Genç

O Akşam

ışıklı tellerine takıldı ayaklarım..
karşımda alev alev duran kirpiklerinin..
kapattın yüreğimi karanlık evlerine
bana kim olduğumu soran kirpiklerinin..
o akşam yakamozlar gibiydi bakışların..
akdeniz gözlerinin damlasıydı o akşam..
sağnak sağnak boşaldın çorak topraklarıma
tebessümün göklerin cilasıydı o akşam..
bir anda kelepçeli buldum ellerimi
varlığın gurbetimin sılasıydı o akşam
dağları birer birer devirip sana gelmek
gönlümün en ateşli duasıydı o akşam..
sakıncalı saatler yaşadım yollarında..
yüzün sanki sonsuzluk şuasıydı o akşam..
aldandım bulutlara uzanan ellerine
bu sevda ömrümün son sevdasıydı o akşam..
gülleri,sümbülleri kıskandıran endamın
merhametsiz derdimin devasıydı o akşam..
oysa anlayamadım ızdırap olduğununu
içimde bir heyula,bir serap olduğunu
her lahza çöktüğünü ve harap olduğunu..
bilemedim ne deniz ne mehtap olduğunu..
meğer kalbin kalbimin belasıydı o akşam....

.

Nurullah Genç

O'ndan Kalan Fotoğrafa

Kalbim hep o hülyâyı anar, baktıkça sana
Teselli buluyorum yüzünde, anlasana
Oysa aldatılıyor tablolar meyhanede
Bir yanda resimleri yakan Eflâkî Dede
Öbür yanda Balıklı Manastırı'nda sinsi
Seni görebilseydi Leonardo da Vinci
Monna Lisa dünyaya elleriyle bakmazdı
Ressamlar istese de, fırça resim yapmazdı


Ölümü sorguluyor bakışların, gülerek
Taşır mı bu azâbı içimde Binbirdirek
Geyikleri ürküten bir cinnettir varlığım
Senin merhâmetine kaldı bahtiyarlığım
Bu ne amansız ateş, bu ne tanımsız ölüm
Bâri fotoğrafında beni reddetme gülüm
Gri bir bulut gibi giyinmişsin zamanı
Balmumu gözlerindir yüreğimin kemanı
Ellerini okşasam, bilmem uyanır mısın
Yanında boyun büken adamı tanır mısın
O adam, siyahlara bürünmüş, bağrı yanık
O adam, bir gül için gece-gündüz uyanık

.

Nurullah Genç

Sürgün

Üç gardaştık bir zamanlar üç gardaş,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.
Aklımıza gelir miydi hiç gardaş?
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

Aynı aşkla dolu idi içimiz,
Bu vatanı sevmek idi suçumuz,
Bir kaderin kurbanıyız üçümüz,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

Yıllar oldu onu yolcu edeli,
Sen hapise ben sürgüne gideli,
Demek buymuş bu sevdanın bedeli,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

O çiçekti hain eller kuruttu,
Şehid edip omuzlarda yürüttü,
Seni zindan beni gurbet çürüttü
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

Kendimden çok size gönlüm üzülür,
Sofralarda elim kolum çözülür,
Lokma gelir boğazıma dizilir,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

O şehittir ‘şehit’ diye anayım,
Lakin sana çarem yok ki sunayım,
Sen bana yan ben de sana yanayım,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

Mümkün değil bu düzenle barışmak,
Bize düşen aynı yolda yarışmak,
Ahrete mi kaldı gardaş görüşmek
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

Kader hala bize böyle bağ olsun,
Düşmanların yürekleri yağ olsun,
Ne yapalım vatan millet sağ olsun
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

Arif der ki bu çileler bu ahlar,
Belki bize bu çilede felah var,
Kul bilmesin bizi bilen ALLAH var,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün...

.

Ozan Arif

Sus Yavrum

'Ülkücüyüm' deme, suçlu
Derler yavrum sonra seni.
Bir kahpeye rastgelirsin,
Körler yavrum sonra seni.

Ömür boyu çilen bitmez.
'Millet' demen hoşa gitmez.
Milletin de yardım etmez,
Zorlar yavrum sonra seni.

Çetin yavrum, dâva çetin.
Huyu garip bu milletin.
'Devlet' dersin, öz devletin,
Horlar yavrum sonra seni.

Vatan sevmen etmez para,
Belli olmaz kanunlara,
Baban gibi zindanlara,
Korlar yavrum sonra seni.

Arif sözü dinle sabi,
'Ülkü' demir bir leblebi!
'Fikri' gibi, 'Cengiz' gibi
Yerler yavrum sonra seni.

.

Ozan Arif

Söz Mü?

Bu destanı hep birlikte elele,
Yazmaya varmısın? Söz mü ülküdaş?
Her tuzağı (varmak için menzile) ,
Bozmaya var mısın? Söz mü ülküdaş?

İyi dinle, ne diyorsam tam anla,
Mantıkdaki kördüğümü imanla,
Sabrederek her düğümü zamanla,
Çözmeye var mısın? Söz mü ülküdaş?

Liderinin etrafını bürüyüp,
Beraberlik potasında eriyip,
Sevgi sevgi gönüllerle yürüyüp,
Gezmeye var mısın? Söz mü ülküdaş?

Sevgi için geldik doğrudur amma...
Sakın bunu pısırıklık anlama.
Yan bakan olursa Türk`e İslâm`a,
Ezmeye var mısın? Söz mü ülküdaş?

Sen onu ezmezsen, o seni ezer,
Dişe dişin pazarıdır, bu pazar!
Sana mezar kazana da, sen mezar,
Kazmaya var mısın? Söz mü ülküdaş?

İyi tanı düşmanını, dostunu.
Bu hak yolda sezer isen kastını,
Baban olsa bir kalemde üstünü,
Çizmeye var mısın? Söz mü ülküdaş?

Varım dedin, verdin gardaş sözünü.
Arif der ki; üfleyerek tozunu,
İslâm eleğinde Türk`ün özünü,
Süzmeye var mısın? Söz mü ülküdaş

.

Ozan Arif

Söylemeye Mecburum

Bu icraat, bu gidişaat, bu tutum,
Bence çıkmaz yol demektir bu gardaş.
Sizi bilemem bitti benim umudum,
Ağlanacak hal demektir bu gardaş.

Lâfa değil gardaş, işe bak işe,
Dokuzyüz seksen`de geçtiler başa,
Hesap açık, bak geldik seksenbeşe,
Koskoca beş yıl demektir bu gardaş.

Şimdi dersen beş yıl yoktur senesi,
Hükümetin daha taze kınası.
Bu da işte O ineğin danası,
Seksende ki döl demektir bu gardaş.

Her gün zam, her gün zam, yeter be yeter...
Bir evde ki çoluk-çocuk aç yatar,
O memleket çok yaşamaz tez batar,
Kuruyacak dal demektir bu gardaş.

Paşa ilmi, bakan ilmi, bey ilmi,
Üçü birden memleketi soy ilmi.
İşçi, köylü, esnaf insan değil mi?
Geber demek, öl demektir bu gardaş.

Şimdi size soruyorum ey millet,
Eksilir mi rüşvet denen şu illet?
Memurunu doyurmazsa bir devlet?
Ürüşvet de, çal demektir bu gardaş.

Vatandaşın günü yoktur zararsız,
Sefaletten evde avrat kararsız,
Bu açıkça vatandaşa ya hırsız,
Ya pezevenk ol demektir bu gardaş.

Beri bak gardaşım beri bak beri...
Bu gidişe dur demiyor hiç biri,
Gazeteler boy boy fuhuş haberi,
Kepazelik bol demektir bu gardaş.

Arif dedi, sen de düşün yap yorum.
Afgan`da da böyle oldu bu durum.
Acı amma söylemeye mecburum;
Komünizme gel demektir bu gardaş.

.

Ozan Arif

Şemdinli'den Telefon

Aloo...Angara mı?Gonuşun susman!
Zor benim oraya erişmem begim.
Burası Şemdinli...Ben Çopur Osman,
Şart oldu sizinle görüşmem begim.

Neden mi aradım,hele bah şuna!
Yoksa sesim getmedi mi hoşuna?
Bize silah dağıtmayın boşuna,
Anarşistle filan vuruşmam begim.

Bir kere vuruştum aldım payımı
Hapiste geçirdim otuz ayımı
Şimdi tekrar gazıp gendi guyumu
Zindanda çürüyüp buruşmam begim.

Aloo..Dur gapatma dökem içimi
Sattım savdım davarımı geçimi
Ürüşvetle zor gurtardım gıçımı
Üç ay evvel bitti duruşmam begim.

Silah diye zırtımıza bindiniz
Şimdi niye dağıtmaya döndünüz
Ula bizi siz eşşek mi sandınız?
Ben daha o işe girişmem begim.

Hem köylüler ne yapacak silahı
Bu yolla mı bilacağız felahı
Hani gardaş gavgasıydı bu yahu
Ben öyle lafınan yarışmam begim.

Gardaşı mardaşı artık bırahıp
Bu gavga neymiş anlayın bahıp
Yerinizde olsam kürsüye çıhıp
Beşlik simit gibi gırışmam begim.

Gayrı benim külahıma anlatın
Enayisi biz miyiz be milletin
Cendermesi polisi var devletin
Dövletin işine garışmam begim.

Gedip de Arifi dinleyin bir de
Dünkü garışanlar şimdi bah nerde
Türkeş babo dört senedir içerde
Küsmüşem vallahi barışmam begim.

.

Ozan Arif

Sorma Hancı

Perişanım, bitkinim,
Bir odan var mı hancı?
Adımı sorma benim,
Benim adım almancı.

Ediyorsan çok merak,
Pasaportum aha bak,
Ceplerim de üç-beş mark,
Yüreğimde bir sancı.

Sorma nedir bu sancı,
Bu Arif`in usancı.
Yere batsın be hancı,
Almanya`nın kazancı

Kim diyorsa kazandım,
Vallahi de yalancı,
Billahi de yalancı

.

Ozan Arif

Sitem

Eee... Artik eyvallah Alman arkadas,
Düdügün öttükçe beni hatirla!
Kesin dönüyorum ben yavas yavas,
Is gücün bittikçe bani hatirla!

Ben gelmeden evvel nasildin, nasil?
Simdi kovuyorsun, bitti o fasil.
Ahte vefâ yok mu, bu mudur usûl?
Yüregin attikça beni hatirla!

Madem kovdun; gidiyorum bak; hadi;
Hesap et; kim kimiin hakkini yedi?
Bu rahatlik size gökten inmedi,
Yan gelip yattikça beni hatirla!

Su fabrika yapilirken kimdim ben?
Zor tanirdin, toz.topraktim, kumdum ben,
Temeline gençligimi gömdüm ben,
Bacasi tüttükçe beni hatirla!

Bazen düsün; meyve veren dallari,
Yüksek yüksek binalari, yollari,
Fabrikanda ürettigin mallari,
Dünyaya sattikça bani hatirla!

Saymama ne gerek, ne de lüzum var.
Neyin varsa onda benim izim var.
Her çorbanda biraz olsun tuzum var,
Buyur ye!.. Tattikça beni hatirla!

En zorlu islerin vardi vardi basimida,
Senelerce kâbus gördüm düsümde,
Biraz da sen çalis ayni isimde,
Canina yettikçe beni hatirla!

Isterim ki; Türk'süz kalsin her yerin,
Evleri baykusa kiraya verin!
Türk'üm diye vermedigin evlerin,
Örümcek tuttukça beni hatirla!

Lira gibi kuruyup da olugu,
Mark'in bir gün kesilirse solugu,
Büyük olan balik, küçük baligi,
Sömürüp, yuttukça beni hatirla!

Yâni; sen yarin ihtiyaç duyup,
Gurbete çikarsan ülkeni koyup,
Oradakiler sana yabanci deyip,
Kasini çattiikça beni hatirla!

Ârif bir tesekkür beklerken...Hani?
'Elveda kollege' çok üzdün beni.
Yine de hosça kal. Vicdanin seni
Rahatsiz ettikçe beni hatirla!

.

Ozan Arif

Sıladan Gelen Mektup

Her mektupta haber soruyon bizden,
Soruyon ya fakat neyi gardaşım?
Mektupları okuyorlar o yüzden,
Eh işte, durumlar eyi gardaşım!

Zannederken anarşiyi attık biz,
Bir başka şeklinegedip çattık biz.
Yat dediler, emir ile yattık biz,
Şimdi de diyorlar uyu gardaşım.

Milletçe güvendik 'Eylül' ayına.
Güvendik ya, lâkin geldik oyuna.
Acaip vergi var üç baş koyuna,
Hep sattık beygiri, tayı gardaşım.

Fiyatlar artıyor her seferinde,
İşçinin ücreti dondu yerinde,
Korkudan susuyom, yara derinde,
Aç iken oynar mı ayı gardaşım?

Bir köşe yapıyor tezgâhtan geçen,
Ne bize soran var, ne mevzu açan,
Yüzaltmış vekili meclise seçen
Beş tane adamın oyu gardaşım.

Bindörtyüz yıl öncesini gevenin,
Açıkça ilâhi hükme sövenin,
Eflâtun`un 'Devlet'`ini övenin
Kültüründen (!) aldık payı gardaşım?

Kadınlar başını yemeğ; e sokmuş,
Bu yüzden birara başörtü çıkmış (!)
Meğ; erse İslâm`da örtünmek yokmuş
Duydunuz mu Paşa beyi gardaşım?

İzi aynı eski pirinin izi,
Meselâ gezerken Karadeniz`i,
Anasonla karıştırdı filizi,
Irakı zannetti çayı gardaşım.

Suçlular suçunu düşünsün kendi.
Bu belâ bizlere haktır efendi.
Sivas`ta Kur`an`a basılır dendi,
Irganmadı halkın tüyü gardaşım.

Gözünün üstünde kaş var diyeni,
Sokağ; a koymazdı kısa giyeni,
Amma alkışladı oruç yiyeni,
Değ; işti dadaşın huyu gardaşım.

Korkudan imanı rafa kaldırdık,
Kendimizi yaşar iken öldürdük.
Kızımızın örtüsünü aldırdık,
Namusa kazdırdık kuyu gardaşım.

Evde bile artık susmak iyisi,
Horozu bastırdı tavuğ; un sesi,
Garı da, erkek de evin reisi,
Artık evde herkes dayı gardaşım.

Vallâhi hep bizde büyüğ; ü suçun,
Ahâli taş ile siliyor gıçın.
Yüzbin gayme verdik syrf heykel için,
Yoğ; uken köyümün suyu gardaşım.

Dinimize göre kürtaj cinayet,
Bunu şimdi resmen yapacak devlet.
Gene ağ; zını açmıyor millet,
Rezalet çizmenin boyu gardaşım.

Herneyse sen fazla canını sıkma,
çok değ; il az kaldı kafanı takma,
Patlamak üzere bu millet bakma,
Gerildi sabırın yayı ghardaşım.

Ozan Arif ayrı, saz ayrı inler,
Süt tozundan gıda almış beyinler,
Değ; neksiz geziyor hinoğ; lu hinler,
Köpeksiz buldular köyü gardaşım.

.

Ozan Arif

Sevdamı istiyorum

Söyleyin onlara bu iş olmadı
Bu millet bu işten memnun olmadı
Hele ülkücünün aklı almadı

Ya benim sevdamı geri versinler
Yahut da dosdoğru bir iş görsünler

Bu millet bize bir görev yükledi
Ve bizden ülkücü tavır bekledi
Kedi bunlar süt dökmüş kedi

Ya benim sevdamı geri versinler
Yahut da dosdoğru bir iş görsünler

Üç ortak, üç hayır, üç evettir
Güç kabul edersen bir kabul ettin
Bu uzlaşma değil, teslimiyettir

Ya benim sevdamı geri versinler
Yahut da dosdoğru bir iş görsünler

Böyle bir tavırla yola gidilmez
İktidarı bırak koyun güdülmez
Bu hareket böyle temsil edilmez

Ya benim sevdamı geri versinler
Yahut da dosdoğru bir iş görsünler

Bu Ârif'in merak ettiği asıl
Erkeklik bu ise ürkeklik nasıl?
Söyletmeyin beni sonuç, velhasıl:

Ya benim sevdamı geri versinler
Yahut da adam gibi bir iş görsünler

.

Ozan Arif

Sen Yalnız Değilsin

Sen yalnız değilsin yerler ve gökler
Vallahi billahi seninle şimdi
Seksen bin evliya doksan bin pirler
Vallahi billahi seninle şimdi

Haşatlılar Günler dizdik o safa
Allah şahit Kuran öpüp üç defa
Kellesini ipe veren Mustafa
Vallahi billahi seninle şimdi

Ozan Arif düşmeyecek bu tuğum
Geri çıksın kim diyorsa ben yoğum
Ankara'dan selam salmış Başbuğum
Vallahi billahi seninle şimdi

.

Ozan Arif

Sevgili! Bir Başka Güzelsin

Sevgili! Bir başka güzelsin bugün,
Ay gibisin! Pırıl pırıl gülüşün,
Güzeller yalnız bayram günleri süslenir,
Seninse bayramları süsler gül yüzün.

.

Ömer Hayyam

Sevginle

Benim halimden haber sorarsan
Bir cift sözüm var sana,yürekten:
Sevginle girecegim topraga
Sevginle cikacagim topraktan

.

Ömer Hayyam

Rubailer

Tanrı, cennette şarap içeceksin der
Aynı Tanrı şarabı nasıl haram eder
Hamza bir arabın devesini öldürmüş
Şarabı yalnız ona haram etmiş Peygamber

.

Ömer Hayyam

Sarhoş

Testimizi kırdın, şarabımızı döktün
Korkarım ki tanrım sen de sarhoş oldun

.

Ömer Hayyam

Rubailer 12

Bir gün düşüp benim de ömrümün zavallı dalı
çürüyüp bedenim, toprağın olunca malı
olsun yarin ayak bastığı bir yer ki mezarım
tekrar hayat bana taptaze, böyle başlamalı

.

Ömer Hayyam

Rubailer 11

Geç gençliğimin en güzel günleri
Unutmak için içerim şarabı
Acı mı gider hoşuma öylesi
Bu acılıktır ömrümün tadı

.

Ömer Hayyam

Rubailer 10

Sevgili, sarap getir! kalk, gel sözüm yerine
Bu gece kismetimdir o pembe agzin yine!
Tövbem saclarin gibi perisan bir tövbedir,
Uysun verdigin sarap yanaginin rengine!

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 9

Kim senin yasalarını çiğnemedi ki söyle
Günahsız bir ömrün tadı ne ki söyle
Yaptığım kötülüğü, kötülükle ödersen sen
Sen ile ben aramda ne fark kalır ki söyle

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 8

Hep arar dururdum, dünyaya geleli,
Alın yazısını, cenneti, cehennemi,
Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle:
Alın yazısı, cennet, cehennem sende, dedi.

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 7

Felek ne cömert aşağılık insanlara
Han, hamam, dolap, değirmen, hep onlara
Kendini satmayan adama ekmek yok
Sen gel de yuf çekme böylesi dünyaya !

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 6

Rintlerin yolunda kendini unut
Namazın, orucun kökünü rut
Ögütlerin iyisini Hayyam'dan işit
Şarap iç, yol kesme, yoksulları tut

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 5

Şarap küpü önünde serdik seccademizi
Şarap yakutuyla adam ettik kendimizi
Umudumuz, meyhanede yeniden bulmak
Camide, medresede yiten günlerimizi

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 4

Barış istemiyorsa Felek, işte savaş
İster serseri deyin bana, ister ayyaş
İşte şarap duruyor ortada, kıpkızıl
İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 3

Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 2

Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan
Ölmemek elimizde değil ki bizim
İyi yaşamamak, beni tek korkutan

.

Ömer Hayyam

Rubailer - 1

Ben olmayınca bu güller bu selviler yok,
Kızıl dudaklar mis kokulu şaraplar yok,
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok,
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.

.

Ömer Hayyam

Rubailer-15

Benim varlığım senin yaptığım bir nakış
Türlü güzel renklerini senden almış
Kendimi düzeltmeye nasıl varsın elim
Senden güzelini yapmak bana mı kalmış

.

Ömer Hayyam

Pergel

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?

.

Ömer Hayyam

Özgürlük

Özgürlük yoluna girmezsen,
Bu yolda koşmazsan var gücünle,
Yıkamazsan yüzünü yüreğinin kanında,
Yarın avucunu yalarsın.

Adam dediğin kendini yok bilmedimi,
Cayır cayır yanmadımı yürek dediğin,
Hadi öyleyse uğurlar olsun.

.

Ömer Hayyam

Ömer Hayyam Dörtlükleri

Kadeh bir bedendir, içinde can var can
Candır kadehin bedeninde camlaşan
Donmuş sudan ateş süzülür sanki
Erimiş yakut, gönül sırçasından

Meyhanede kendini bilenler bulunur
Bilmeyeni ayırmak da kolay olur
Yıkılsın bilgisizlik yuvası medrese
Ordan kendini bilip de çıkan hiç yoktur

Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten
Daha güzeldir bir insanı sevindirmen
Bin kulu azat edenden daha büyüktür
Bir hür insanı iyilikle kul edebilen

Kaygılar tasalar sarmasın içini
Olumsuz düşlere kaptırma kendini
Ayrılma yarin ve çimenin koynundan
Kara toprak koynuna almadan seni

(İstanbul - 25.02.2007)

.

Ömer Hayyam

27 Eylül 2010 Pazartesi

Gerçekler Bilinmez

Güzeller semtinden bize gel oldu
Varamam şu iller yazlanmayınca
Kalmadı hiç talib ehl-i dil oldu
Gerçekler bilinmez azlanmayınca

Yezid'e verildi cevr ile cefa
Mümine verildi zevk ile sefa
Bunda inanmazlar, lafınız hava
Yalan ile gerçek gözlenmeyince

Ali'yi seversen dilinden koma
Bek sakla sırrını kimseye deme
Bu bir sırr-ullahtır beyan eyleme
Cemiyet kurulup sözlenmeyince

Ali'yi sevenler gönül düşürür
Düşürüben aşk kazanın taşırır
Değme rehber çiğ talib mi pişirir
Ocaklar yanıp ta közlenmeyince

Pir Sultan Abdal'ım demek mi olur
Hercai güzele emek mi olur
Terbiyesiz, ey can semek mi olur
Mürşit huzurunda tuzlanmayınca

.

Pir Sultan Abdal

Gelin Kardaş Pirden Ayak Tutalım

Gelin kardaş pirden ayak tutalım
Biz tutalım tutmayandan bize ne
Hakikatı muhabbete katalım
Biz katalım katmayandan bize ne

Bizim dine yeni bir din demişler
Bir lokmayı kırk can ile yemişler
Erenler de doğru yolu komuşlar
Biz gidelim gitmeyenden bize ne

Bizim yine evvel baharımızdan
Her demde çığruşur seherimizden
Alın ey sofular gevherimizden
Biz satarız satmayandan bize ne

Yine hak sendedir sen sana bakın
Kalbini pak eyle küfürden sakın
Biz niyaz kılalım can Hakk'a yakın
Biz kılalım kılmayandan bize ne

Pir Sultan Abdal'ım ikrar güdelim
Biz bizi görelim eli n'edelim
Sınık gönülleri mamur edelim
Biz edelim etmeyenden bize ne

.

Pir Sultan Abdal

Gelin Yiyelim İçelim

Gelin yiyelim içelim
Bu güzellik geçer bir gün
Alem yaran yaran olmuş
Ali'm sırrın açar bir gün

Yeyip yediren bir adem
Eksik etmez Bari Hüda'm
Gök ekine misal adem
Anı eken biçer bir gün

Yeyip yedirmesi hoştur
Dayan, kahbe yürek taştır
Can dedikleri bir kuştur
Kuş kafesten uçar bir gün

Ağaçlarda yeşil yaprak
Bastığımız kara toprak
Yer altında kefen yırtmak
Boynumuzdan aşar bir gün

Pir Sultan'ım düşümüzde
Uzak değil karşımızda
Baykuş mezar taşımızda
Dertli dertli öter bir gün

.

Pir Sultan Abdal

Gelin Canlar Bir Olalım

Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyn'in kanın alalım
Tevekkeltü taalallah

Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkeltü taalallah

Açalım kızıl sancağı
Geçsin Yezid'lerin çağı
Elimizde aş bıçağı
Tevekkeltü taalallah

Mervan soyunu vuralım
Hüseyn'in kanın soralım
Padişahın öldürelim
Tevekkeltü taalallah

Pir Sultan'ım geldi cuşa
Münkirlerin aklı şaşa
Takdir olan gelir başa
Tevekkeltü taalallah

.

Pir Sultan Abdal

Gel Seninle Ahd-ü Peyman Edelim

Gel seninle ahd-ü peyman edelim
Ne sen beni unut ne de ben seni
İkimiz de bir ikrarı güdelim
Ne sen beni unut ne de ben seni

Aman kaşı keman elinden aman
Sürdük sefasını etmedik tamam
Ehl-i irfan içre olduğum zaman
Ne sen beni unut ne de ben seni

Hem saza mailem hem de sohbete
Hem sana mailem hem de devlete
Aşkın ile düştüm diyar gurbete
Ne sen beni unut ne de ben seni

Yarimin cemali güneşte mahı
Sana aşık olan çekmez mi ahı
Getir and içelim Kelamullahı
Ne sen beni unut ne de ben seni

Abdal Pir Sultan'ı çektiler dara
Düşmüşüm aşkına yanarım nara
Bakın hey erenler şu giden yara
Ne sen beni unut ne de ben seni

.

Pir Sultan Abdal

Gel Koyun Meleme

Sabah olur koyun kuşluğa gelir
Her koyun arar da kuzusun bulur
Ağca koyun meler arada kalır
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Benim kuzum kuzuların beyidir
Ağca koyun yüreğimin yağıdır
Anın gideceği Yıldız Dağı'dır
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Koyun meler kuzusunun adı yok
Sıra sıra küleklerin südü yok
Kuzusuz yaylanın hiçbir tadı yok
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Koyunun başına bodcak takayım
Yönüm dönüp o koyuna bakayım
Kuzun nerde ise kuzun bulayım
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Koyun sen şurada kuzlamadın mı
Sağını solunu gözlemedin mi
Aç kurt gelir diye gizlemedin mi
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Dereye aşağı gider kurt izi
Kurt ağzında gördüm bir körpe kuzu
Seversen Mevla'yı ağlatma bizi
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Seni yayan çoban bir delikanlı
İbrişim bıyıklı hem ince belli
Sağında solunda püskülü belli
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Seni yayan çoban yetip gitmesin
Bahçesinde lale sünbül bitmesin
Seni incitenler Hakk'a yetmesin
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

Pir Sultan Abdal'ım bu kuzu n'oldu
Koyunun feryadı ciğerim deldi
Yoksa bir aç kurt mu kuzunu aldı
Gel koyun meleme vazgel kuzundan

.

Pir Sultan Abdal

Gel İmdi Oku

Gel imdi oku ol Ümmül Kitab-ı
Gözü ile görmüş var mıdır Hakk'ı
On iki bahçede kırk sekiz kapı
Daim hizmetinde duran kul nedir

Başlayım yoluna ben de Ali'nin
Duası makbuldür gerçek velinin
Üçyüz altmış altı selvi dalının
Budağında açan iki gül nedir

Sana mana verdim sen de al imdi
Eğer arif isen sen de bil imdi
Ezelden Cennet'te sen de bu imdi
Bir kandil içinde iki nur nedir

Pir Sultan Abdal'ım çağır ya Gani
Veren Allah yine alır ol canı
Gönül bir gemidir akıl dümeni
Akıl dümen ya söyleyen dil nedir

.

Pir Sultan Abdal

Gel Güzelim Kaçma Benden

Gel güzelim kaçma benden
Yad değiliz bülbülüz biz
Biz yol ehli kardaşlarız
Erkan içinde yoluz biz

Söyleşelim halden hale
Dilleşelim dilden dile
Biz gezeriz ilden ile
Taze açılmış gülüz biz

Gel söyleşelim bu sözü
Hakk'a edelim niyazı
Ko kınasın iller bizi
..............................biz

Eğer zahirde batında
Görünen her sıfatında
Cevahir sarraf katında
Nadan yanında puluz biz

Pir Sultan'ım ne ağlarsın
Gözünden kan yaş dağlarsın
Sen bizden ateş umarsın
Yanmış üfrülmüş külüz biz

.

Pir Sultan Abdal

Gel Ey Zahit

Gel ey zahit bizim ile çekişme
Hakk'ın yarattığı kul bana neyler
Kendi kalbin arıt bize ilişme
Sendeki küfr bendek'imana neyler

Zahit sen bu sırra erem mi dersin
Erenler halinden bilem mi dersin
Mescit hak meyhane haram mı dersin
Hak olan mescide meyhane neyler

Zahit sen bu yola diken ekersin
Hatıra dokunur gönül yıkarsın
Yüküm vardır deyü zahmet çekersin
Yavuz baçcı yüksüz kervana neyler

Sekiz derler şol Cennet'in kapısı
Hakk'a doğru açılırmış hepisi
Korkusun çektiğin Sırat köprüsü
Onu doğru geçen insana neyler

Pir Sultan Abdal'ım er haksın er hak
Münkir olanlardan ıraksın ırak
Kurdun işi namert lokmasın yemek
Hak için adanan kurbana neyler

.

Pir Sultan Abdal

Gel Efendim Gel (Hasretinle Beni)

Hasretinle beni üryan eyledin
Beklerim yolların gel efendim gel
Gönül kuşu kalktı cevlan eyledi
Beklerim yolların ali ali gel efendim gel

Evvel ahir sensin dönmezem senden
Meyl ü muhabbetin çıkar mı candan
Gönül göç eyledi kevn ü mekandan
Beklerim yolların gel efendim gel

Tevarih çoğaldı da hadden aştı
Urum sofuları bildiğin şaştı
Şimdi gayret Şah-ı Merdan'a düştü
Gözlerim yolların gel efendim gel

Horasan'dan kalktı Hind'i yararak
Top top olmuş hariciler kırarak
Bendelerin Şah'ına yalvararak
Beklerim yolların gel efendim gel

Bozuldu yolcular yollarda kaldı
Ayin erkan gitti dillerde kaldı
Bendelerin zayıf hallerde kaldı
Beklerim yolların gel efendim gel

Pir Sultan'ım Allah Allah diyelim
Gelin nikabını elden koyalım
Takdir böyle imiş biz ne diyelim
Beklerim yolların gel efendim gel

.

Pir Sultan Abdal

Gel Ey Dostum

Aç artık dost kollarını
Gel ey dostum yavaş yavaş
Yol karlık gözüm görmez
Gel ey dostum yavaş yavaş

Haydar-ı şah senin adın
Bilirim sende muradım
Çok peygambere uğradım
Gel ey dostum yavaş yavaş

Bir su içtim derin gölden
Hiç ayrılmam ben bu yoldan
Arif olan anlar halden
Cahillerden bilen yoktur

Pir Sultan'ım konar göçer
Halini bilene açar
Misafirler gelir geçer
Eğlenip de kalan yoktur

.

Pir Sultan Abdal

Gel Benim Derdime Bir Derman Eyle

Gel benim derdime bir derman eyle
Alemler derdine derman olansın
Özümün hükmüne bir ferman eyle
Alemler hükmüne ferman olansın

Bir ismin Haydar'dır, bir ismin Ali
Hak Murtaza dedi sana ya Veli
Cihanın ahiri hem de evveli
Velayet mülküne sultan olansın

Pir Sultan Abdal'ım, meydanda merdim
Her ner'ye baktımsa yarimi gördüm
Seherde tesbihim evradım virdim
Garip gönüllere mihman olansın

.

Pir Sultan Abdal

Geçebilirsen Gel Beri

Açıldı cennet kapısı
Lal-ü gülherdir yapısı
Kıldan incedir köprüsü
Geçebilirsen gel beri

Canımız melek canıdır
Tenimiz süleyman tenidir
İçtiğimiz aslan sütüdür
İçebilirsen gel beri

Ben hocama kul olmuşum
Üstattan öğüt almışım
Ben kanadım bağlamışım
Çözebilirsen gel beri

Ben has bahçenin gülüyüm
Ayn-ı cemin bülbülüyüm
Kırk kapının kilidiyim
Açabilirsen gel beri

PİR SULTAN'ım Haydar heman,
Dağları bürüdü duman
İşte İncil, işte Kur'an
Seçebilirsen gel beri

.

Pir Sultan Abdal

Gel

Gam elinden benim zülfü siyahım
Peykan değdi sinem yaralandı gel
Suna başın için ağlatma beni
Bugün sevda candan aralandı gel

Gamdan hisar oldum mekanım yurdum
İşitmez avazım dinlemez virdim
Bir değil beş değil on değil derdim
Düğümler baş verdi sıralandı gel

Hasretine vasıl olam mı böyle
Mecnun'a da baki kalır mı Leyla
Ölümlü dünyadır gel helal eyle
Yüklendi barhanem kiralandı gel

Ne çekerse dertli sinem dağ olmaz
Günler gelir geçer ömür çoğalmaz
Neşterlidir yaralarım unulmaz
Göğerdi çevresi karalandı gel

Pir Sultan Abdal'ım haftada ayda
Günler gelir geçer bulunmaz fayda
Gönül Hak arzular canım hayhayda
Toprağım üstüme kürelendi gel

.

Pir Sultan Abdal

Geçti Dost Kervanı

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni

Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize ölüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni

Pir Sultan Abdal'ım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin yedik helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni

.

Pir Sultan Abdal

Gafil Gezme Şaşkın

Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Yalan dünya senin olsa ne fayda
Akibet alırlar tatlı canın
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin
Akar çaylar senin olsa ne fayda

Söylersin de el içinde sözün var
Yeter çalışırsın oğlun kızın var
Bu dünyada üç beş arşın bezin var
Bedestenler senin olsa ne fayda

Bir gün alır götürürler evinden
Hakk'ın kelâmını koyma dilinden
Kurtulaman Ezrail'in elinden
Dünya dolu malın olsa ne fayda

Pir Sultan Abdal'ım çıktık oturduk
Kaza lokmasını burda yetirdik
Dünya bizim diye çektik getirdik
Yalan dünya bizim olsa ne fayda

.

Pir Sultan Abdal

Firdevs-i Ala İçinde

Tarikate ikrar verdim
Lanet Yezit'ten el yudum
Muhammet Ali'yi gördüm
Firdevs-i ala içinde

Allah bir Muhammet haktı
Rehberim kemendi taktı
Çekti pire teslim etti
Firdevs-i ala içinde

Pirden nasihatı aldım
Ben belimi bağlı gördüm
Kendimi Mirac'da buldum
Firdevs-i ala içinde

Ben kutlu postuma geçtim
Sekahüm şerbetin içtim
Ol saat kıl-kalden geçtim
Firdevs-i ala içinde

Didar defterine geçtim
Münkir münafıkı seçtim
Mezhebde Cafere düştüm
Firdevs-i ala içinde

Mehdi'ye vardır niyazım
İmamlara bağlı özüm
Şükür didar gördü gözüm
Firdevs-i ala içinde

Pir Sultan'ım dünya fani
Bizdedir Hakk'ın nişanı
Hakk'a kurban verdim canı
Firdevs-i ala içinde

.

Pir Sultan Abdal

Firdevs-i Ala

Firdevs-i Ala'da bir yanal elma
On sekiz bin ilmin nuru dediler
Muhammet Mustafa Haydar-i Kerrar
Hünkar Hacı Bektaş Veli dediler

Çocuktu mektebe babası götürdü
Elif be demeden mana yetürdü
Akıttı pınarı susam bitürdü
Hacısı hocası beli dediler

Pirim der ki Bektaşiyim Bektaşi
Size nasip veren ol nasıl kişi
Sıkar un ederdi örk gibi taşı
Budur cümlemizden ulu dediler

Derildi geldiler halfeler pirler
Bektaşi namında er yok dediler
Bize bir yeşil el nasip verdiler
Görünce tanırız eli dediler

Er isen darı çeç üstünde otur
Ulu kişi isen maksudun bitir
Senedin var ise senedin getir
N'edelim senetsiz eli dediler

Kimi inandı beli bes dedi
Kimi inanmadı senet istedi
Ol Şah'ım anlara elin gösterdi
Budur ol Şah'ımız Ali dediler

Evvel Ali idi sonra Vel'oldu
Yol erkan bir zaman batında kaldı
Urum ellerinden nameler geldi
Budur Hakk'ın doğru yolu dediler

Pir Sultan Abdal'ım Şah'ım velidir
Cihanı bürüyen anın nurudur
Şüphemiz yok Hak Muhammet Ali'dir
Bilmeyene Mülcem soyu dediler

.

Pir Sultan Abdal