29 Mayıs 2010 Cumartesi

Sarki Söyler Gibi...

Milyonlarca yildan beri akan hayat, her rüzgar degdiginde degisen egzotik bir cicek gibi bicimden bicime, renkten renge, kokudan kokuya gecerken, iki sey hic degismeden, bu degisimi sirtinda tasidi. Ask ve cinayet.
Hayat, canavar bir ipekböcegi gibi kozasini hep öldürmekle sevmenin etrafinda ördü.
Ve insanlar hic durmadan hep bu iki vazgecilmez tutkuyu, öldürmeyi ve sevmeyi anlattilar.
Niye öldürdüklerini ve niye sevdiklerini kesfetmeye calistilar.
Bazen sevdikleri icin öldürdüler, bazen öldürdükleri icin sevdiler.
Gelistikce, cinayetlerini daha büyütüp savaslari icat ettiler.
Cinayetlerini özgürlestirirken, garip bir sekilde cinayetlerinden degil, asklarindan korktular.

Insanlarin topluluklar halinde karsi karasiya gelip ayni anda bir cok cinayeti bir arada islemesiyle olusan savaslar, bu cinayetleri herkesten iyi planlayan komutanlari yaratti. Komutanlar daha iyi komutan olup baska komutanlardan daha fazla adam öldürebilmek icin insanlara 'yasamin ' önemli olmadigini anlatmaya basladilar.
'Ölün, ' dediler 'kabileniz icin ölün, kraliniz icin ölün, padisahiniz icin ölün, bayraginiz icin ölün, vataniniz icin ölün.'
Kabileler, krallar, padisahlar, bayraklar, sinirlar degisti, ama öldürmek hic degismedi.
Insanlar cinayetlerle ölüp asklarla cogaldilar.
Cinayetlere kutsal isimler bulundu, kahramanlik, cesaret, sehadet icad edildi.
Savasa giden Romali lejyonerler kendi ölümlerini kabul ederek selamladilar komutalarini.
-Ave Sezar, ölüme gidenler selamliyor seni.
Ispanya ic savasinda fasistler cinayeti daha da yücelttiler. Iki kelimelik korkunc sloganlarini kazidilar tarihe.
-Viva muerta.
'Yasasin ölüm.'
Bir insanin hayatinin 'önemsiz' oldugu kililarla kazindi insanlarin aklina.
'Bir hayat hicbir seydir.'
Ve, andre Mlraux, Fransizlarin bu ünlü yazari ve kültür bakani, toplu cinayetlere kurban gidenlerin tarihi cevabini verdi komutanlara:
-Bir hayat hicbir seydir, ama hicbir sey bir hayat degildir.
Hicbir sey olan bir hayatla, bir hayat olmayan hicbirsey arasina sikisan insanlarin asklarini romanlar, savaslarini atrih anlatti.
Ask da savas da ayni sekilde ilgi cekiciydi.
Belki de cinayetlere ve savaslara olan tutkulari yüzünden, insanlar asklarini da savaslara benzetmeye basladilar.
Saldirilar, karsi saldirilar, geri cekilmeler, pusular ve ihanetler yerlestirdiler asklarin icine.
Askta da fetihler, fatihler, zaferler, yenilgiler, güclüler, kurbanlar vardi.
Ask da savas gibi taraflardan biri teslim olana kadar sürüyordu, askta da savaslar gibi sonuclarin arasinda bebaberlige yer yoktu.
Askta da savasta oldugu gibi güclüler kazaniyor, gücsüzler kaybediyordu. askta da savasta oldugu gibi güclüler soguk ve vahsiydiler.
Asurlularin cocuklari olan Suriyeliler, mezopotamya ikliminin bereketli savaslari ve asklarini yasarken o korkunc atasözünü buldular.
'Iki yürekten biri soguk biri sicaktir, sicak olan yüregi cöpe atarlar, soguk olan yürek pirlanta degerindedir.'
Güclünün ve gücsüzün, kazananin ve kaybedenin bulundugu yerde mutlulugun olmayacagini kesfettiklerinden olsa gerek, insanlar bir sairin agzindan 'mutlu ask' olmayacagini ilan ettiler.
'Hicbir sey olmayan' hayatlarin cinayetlerinden ve asklarindan mutluluk yerine aci cikiyordu. cinayetlerde ve savaslarda aci vardi, asklarda da aci vardi.
Niye bukadar cok aci var sorusunun cevabi ise bulunamiyordu.
Viyana valslerinin en büyük ustasi Strauss, karisini kederiyle bas basa birakarak terk ettikten sonra acilarla sarsilan asklarini yasamis ve bir gün karasiyla yeniden karsilasmisti.
Kadin herkesin kendi kendine sordugu soruyu strauss'a sormustu.
-Niye cektik bunca aciyi?
Strauss kisa bir cevap vermisti.
-Müzik gibi, hicbir nedeni yok.
'Niye baskasinin oglu degil de benim oglum öldü, ' sorusunun cevabi böyleydi.
-Müzik gibi, hicbir nedeni yok.
'Bu acilari niye ben cektim, ' sorusunun cevabi da ayniydi.
-Müzik gibi, hicbir nedeni yok.
Hayat kozasini, cinayetlerle asklarin cevresinde örüyordu ve bunun niye böyle oldugunun cevabi yoktu.
Müzik gibi nedensizdi.
Nasil sarki söylüyorsak öyle öldürüyor, nasil sarki söylüyorsak öyle aci cektiriyorduk.
Sarkilarin, cinayetlerin, asklarin, acilarin nedeni yoktu.
Biz insanlar böyleydik...
Biz hayatin hicbir sey olduguna inaniyor, mutlu ask olmadigina iman ediyor, sarki söyler gibi öldürüp sarki söyler gibi aci cektiriyorduk.
Olmeye ve öldürmeye gidenler selamliyordu komutanlarini.
-Ave Sezar, ölüme gidenler selamliyor seni.
Aska gidenlerin bir Sezar'i olsa, onlar da böyle selamlardi onu.
-Ave Sezar, aciya gidenler selamliyor seni.
Bir savastan bir savasa, bir asktan bir aska arkamizda hep yikilmis sehirler, parcalanmis insanlar birakarak yürüyor ve hep ayni aciyi buluyorduk.
Her savasta ve her askta, uzaktan altin kuleleri, gümüs kubbeleri görünen o efsanevi kaleyi, mutluluk denilen o büyülü kenti zaptedecegimizi saniyor, ama her seferinde biz yaklasinca kent kaybolup yerini farkina bile varmadan yikip gectigimiz bir harabeye birakiyordu.
Komutanlar, 'Bir hayat hicbir seydir, ' diyordu.
Aragon, 'mutlu ask yoktur.' diyordu.
Strauss, 'Müzik gibi hicbir nedeni yok.' diyordu.
Insanlar cinayetlerini büyütüp savaslara ceviriyor, baltalarini tüfeklerle, sapanlarini ucaklarla degistirerek birbirlerini öldürüyorlardi, her sey degisiyor, ama öldürme tutkusu degismiyordu.
Kabileleri, krallari, bayraklari, komutanlari, vatanlari icin öldürüyorlardi.
Hic durmadan öldürüyorlar ve öldürmeyi kutsallastiriyorlardi.
Toplu törenlerle cinayetlerini kutluyorlardi.
Asklarini da savaslarina benzetiyorlardi.
Sonra, 'Niye mutsuzuz, ' diye soruyorlardi.
'Biz niye mutsuzuz ey Tanrim? '
Macbeth kral olmak icin kralini öldürüyor, Othello kiskandigi icin Desdamona'yi boguyor, Brütüs özgürlük icin Sezar'i hancerliyor, Romea aski icin vuruluyor, Hamlet intikam icin cinayetler planliyordu.
Shakespeare bicim bicim cinayetleri anlatarak hayati cözmeye calisiyordu.
Macbeth, krali öldürdükten sonra kanli ellerine bakarak haykiriyordu:
'Koca Poseidon'un bütün denizleri
Yikayabilir mi bu elleri? Yikayamaz
ellerim kana boyar denizleri.'
Tarih 'denizleri kana boyayan' ellerle yaziliyor, komutanlar her seferinde ayni emri veriyordu:
-Oldürün!
Hayat, kozasini cinayetlerle asklarin cevresinde örüyor, asklar da savaslara benziyordu.
Savaslarda da asklarda da arkamizda harabeler birakarak zaferlerden zaferlere yürüyorduk ve galibiyetle bitmis bir savasin sonucunda, savas meydanina bakan Büyük Iskender'e 'Bu nedir aristo? ' diye sorduran sair, binlerce ölümle bitmis savasin sonucunu Aristo'nun agzindan tek cümleyle acikliyordu.
-Zafer ya da hic.
Fasitler ise ölüme tapiniyorlardi.
-Viva muerta...
Hicbir sey olan bir hayatla, bir hayat olmayan hicbir sey arasinda, savaslara asik olup, asklari savaslara dönüstürerek
kederden kedere dolasirken, Malraux 'ölüme gidenlerin' adina atiyordu cigligini:
-Bir hayat hicbir seydir, ama hicbir sey bir hayat degildir.
Sarki söyler gibi öldürüp sarki söyler gibi aci cektirerek, müzik gibi nedensiz istiraplarin arasinda sürüklenirken, bütün acilarin aslinda bir nedeni oldugunu, bütün cektiklerimizin aslinda bizi son cigligi atmaya hazirladigini görecektik.
-Bir hayat her seydir.
Ve bu cigliktan sonra belki savaslara asik olup asklair savaslara cevirmekten vazgececek ve yeni siirimizi duyacaktik.
-Mutlu ask vardir.

.

Ahmet Altan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder